Jump to content
  • Kayıt Ol

Anime Dünyasındaki Takıntılar/İnanışlar


Squaw

Önerilen İletiler

Anime dünyasında ister yeni başlayan biri olalım ister bu konuda yıllanmış biri olalım eminim ki birçoğumuz animelerde karşımıza sıkça gelen, daha doğrusu sıkça değinilen ve 'takıntı' haline gelebilecek özellikleri benimsemişizdir. Ben bugüne kadar illa ki bir takıntıyla karşılaşayım diye oturmadım ekran karşısına ama insan birçok yapımda aynı şeyle/ özellikle karşılaşınca ister istemez farkına varıp beynine kazıyabiliyor. Benim birkaç tane vardı aslında ama nedense aklıma kazınanı sadece kedi ve 7 rakamı ile ilgili olanı. Sanırım geçenlerde okuduğum Sözcü Gazetesi yazarına ait köşe yazısında yer alan 7 rakamıyla ilgili olan yazının etkisi büyük oldu. Şimdilik sadece bu takıntıyı eklemekle yetineceğim ama aklıma daha doğrusu gözüme takılan diğer takıntıları da gördükçe zaman içersinde ekleme yaparım artık. 

Bu arada, İlka ki batıl inançlar değil kastettiğim, dediğim gibi aklınızda kalan  'takıntı' haline gelebilecek özellikler ya da yeni izlediğiniz yapımlarda gözünüze ilişmiş olan sıkça değinilen özellikler. 

 

Neyse gelelim takıntıların dünyasına;

 

7 Rakamı:

İnsanoğlu olarak genelde çift rakamlı sayılar bize daha sempatik gelmiştir. Bense buna itiraz edercesine 7 ve 13 rakamını ayrı tutar, ayrı severim. Nedense bu iki rakamın bir cazibesi olduğuna inandım hep. 13 rakamının uğursuzluğu (laneti) genel haliyle Hristiyan alemini (İsa'nın son yemeğinde ona ihanet edenin kişinin 13 rakamını taşıyan asker olmasından gelen bir inanç) ilgilendirse de neredeyse tüm dünya Hristiyan aleminden olmasa da bu uğursuzluk akımına kendini kaptırmıştır. 7 rakamı ise 13 rakamı aksine hemen hemen tüm uluslar için olumlu ya da olumsuz bir şeyler ifade etmektedir. Geçenlerde okuduğum Sözcü Gazetesi' nde de bahsettiğim köşe yazarı kendi başlığında bu konuya değinmişti. 7 rakamı kimi ülkeler için şanslı bir rakam kabul edilirken kimi ülkeler için uğursuz anlamlar yüklü bir rakammış. Japonya içinse bu rakam uğurlu kısımda yer alıyormuş. Belki de bu nedenle birçok serisinde 7 rakamını kullanmadan geçemiyor yapımcılar. 

Özellikle tür ayırmak istemiyorum ama fantastik yapımlara dikkat kesildiğimizde savaşçılar mutlaka 7 kişiden oluşur. Karşı taraf da 7 kişilik bir düşmandır mesela. Bunun en güzel örneği X Tv serisinde karşımıza çıkar. Cennet ve Cehennem Mühürleri olarak anılan savaşçılar 7 kişiden oluşmaktadır. Diğer başka bir seri olan Fate/stay night serisinde de savaşan hizmetkarlar 7 kişiden oluşuyordu. Nana serisinde ise başka bir noktadan ele alınıyordu 7 rakamı. Şeytan'ın bir laneti olarak gösteriliyor, iki ana karakterderden biri olan -ve benim hiç sevmediğim- Hachi için her yerde karşısına çıkan bir uğursuzluğun işareti oluşu inancına değiniliyordu. Gerçi Nana'daki gönderme, biraz işin espri kısmındaydı ama sonuçta illa ki 7'ye değinilmişti. :D

 

Kedi:

Kedi de tıpkı 7 rakamı gibi kimi ülkelerde ya da bazı inançlarda uğurlu kabul edilirken çoğu ülkede batıl inanç olarak uğursuzluk getirildiğinde inanılan bir hayvan türü. Mitolojide ise kedi kutsal bir varlık olarak kabul ediliyordu, tabii yanlış hatırlamıyorsam. 

 

Japonya'da da kutsal varlıklardan kabul edildiğini hatırlıyorum. Onun için kedi de birçok seride karşımıza simge olarak çıkar ya da önemli bir varlık olarak görürüz. Sailor Moon izleyip de kim ordaki kedinin kutsallığını unutabilir ki?! Hatta Darker Than Black severler olarak ordaki kedinin güzelliğini yabana atamayız değil mi? Gerçi ben sincap ruhunu tercih ediyorum, o bana daha sevimli gelmişti. Başka yapımlarda da -hatta çoğu yapımda- karşımıza çıkan diğer bir takıntının kendisidir. 

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

7 hiç dikkatimi çekmedi daha önce ama bunu okuduktan sonra bütün 7leri buna yormaya başlarım :D

Kedi gerçekten her animenin vaz geçilmezi :) mutlaka her serinin bi yerindem çıkar, bir nevi anime/mangalarda universal-easter egg :D (bundan sonra pandaman arar gibi kedi arıyorum her anime/mangda sanırım :D)

Yunan mitolojisinde kedilerin yeri nedir bilmiyorum(açıkçası hiç kedi duymadım yunan mitolojisinden) ama Mısır'da kutsal kabul edildiklerini net hatırlıyorum :D

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Güzel ve eğlenceli bir konu olmuş. Bence çok ilginç bilgiler gelebilir üyelerden.

Kediler konusunda bir şey diyemem, ama 7 sayısı inanılmaz ölçüde kullanılan bir takıntı. Senin söylediklerinin yanına FMA'daki homonculusların isimlerinin 7 ölümcül günahtan alınması; Dragon Ball'da o toplardan 7 tane olması; Sailor Moon'daki 7 gökkuşağı kristali; Fairy Tail'deki dragonların 7 yıl öncesinde tam 7.7.777 tarihinde ortadan kaybolmaları gibi şeyleri ekleyebilirim... daha da birsürü vardır eminim.

Bir takıntı olarak gördüğüm, ölüm teması işlendiği zaman lycoris çiçeğini gözünüze dayamaları. Bir de bir karakter o bölümde ölecekse yine bu çiçeği gösterirler. Çünkü Japonya'da genel inanışa göre bir kişiyle görüştüğün zaman yol boyunca bu çiçeklerden görüyorsan, o kişiyi hayatın boyunca bir daha asla göremezmişsin.

Enma Ai'nin evinin çevresi bu çiçeklerle kaplıdır.

Clannad - After Story 6. bölümde gösterilen çiçekler, gidici olan bir karakteri işaret eder.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Candy Candy serisini hepimiz biliriz, izlemeyenlerin bile hakkında bildiği birçok şey vardır eminim ve aynı şekilde Şeker Kız Sitesi'ni de bilenlerimiz vardır, daha doğrusu sitenin bu güzel çalışmasından hepimizin haberi vardır. Ben elimde olmasına rağmen henüz seriyi tamamlamadım ama geçen gün klasörlerde düzenleme yaparken Candy Candy serisinde emeği geçen arkadaşların eklemiş oldukları bir not gözüme ilişti ve o bölümleri de Tv'de küçükken izlediğimden not neymiş diye bir göz atayım dedim. Her Shoujo yapımın kuralı gibi bi şeydi bu bilgi. Shoujo'yu geçelim de Shounen yapımlarda bile karşımıza çıkabilecek bir takıntıydı; erkek karakterin sevdiği kıza sırttan sarılması.

 

Hepimiz az çok bu sahneyi herhangi bir anime yapımında bir kez de olsa mutlaka görmüşüzdür ve bunun da büyük bir inanış içerdiğini gördükten sonra neden böyle önem verildiğini anlamış oldum. Ordaki notu aynen aktarıyorum; 

''Pek çok kültürde gövde insanın zırhıdır. Ama Japon kültüründe insanın zırhı gövde değil, sırttır. Birine savaşta arkadan saldırmak Japon kültüründeçok aşağılık olarak görülen bir hareket. Bunun tam tersi, yani arkadan "sarılmak" yine çok yoğun bir "mahremlik" duygusu çok özel bir aşk anlamı veriyor.''

 

Alıntı:

Şeker Kız Candy Forum

 

Yine takıntı haline gelen bir olaya değineceğim,o da hatırladığım şekilde iki seride izlemiş olduğum bir özellik aslında. Belki daha fazla yapımlarda da değiniliyordur bilemem ama özellikle de Sailor Moon ve Fate/stay night serilerinde Kutsal Kase olayı gözümüze gözümüze sokulmakta. :D

Yine başka bir şey daha geldi aklıma, güya sadece bu iki takıntı için uğramıştım başlığa ama yukarıdaki cümlelerimde ''gözümüze gözümüze'' ikilemini yazınca göz olayına da değinmeden geçemeyeceğim. Bunun ne gibi bir anlamı var bilemiyorum ama birçok yapımda bu göz takıntısı (özellikle fantastik yapımlarda gözün birçok değişik özelliği kapsaması gibi) bariz şekilde karşımıza çıkıyor. Özellikle de Kara no Kyoukai, Shingetsutan Tsukihime, Code Geass ve X Tv izleyenler bilir ama bu özelliği en çok Clamp yapımcıları kullanıyor. Sanırım onların göz takıntısı baya fazla. :D 

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Çoğu animede Yamato Nadeshiko (ideal Japon kadını) imajına uygun, en az bir karakterin var olması bu takıntılardan birisi olabilir.

Aileye bağlılık, sadakat, saf tevâzu, utangaç ve korumacı kişilik, nezaket gibi erdemlerle donanmış, Japon aile geleneğinin olmazsa olmazı bir rolü üstlenen, bi dolu anime karakteri sayabilirim. Tomoe Yukishiro, Lacus Clyne, Aoi Sakuraba, Nadeshiko Fujisaki, Tohru Honda, Kaede Kimura (dikkat "Kaere" değil!), Sawako Kuronuma, Miya Asama...

Ayrıca Kikuko İnoue'nin (17 yaşında - oi oi ^^ ) seslendirdiği çoğu karakter Yamato Nadeshiko tiplemesine mükemmel örnek olarak gösterilir. Akane Sonozaki, Sanae Frukawa, Mercedes de Morcerf, Reiko Aya, Virgilia, Uraha, Chitose Hibiya...

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

İnanışları da konuya dahil ettiğimize göre Japon okul kıyafetlerinden bahsetmem gerek.

[igauchex=350]http://i1047.photobucket.com/albums/b476/lagant/gakuran.jpg[/igauchex]

Japonya'da erkeklerin giydiği okul üniformalarının (gakuran) üstten ikinci düğmesi kalbe en yakın düğme olduğundan özel bir anlam taşır. Erkek bunu mezuniyet günü bir kıza hediye ediyorsa bu bir aşk ilanıdır. Birlikte geçen yılların hatırası olarak verilir. Sanırım bu adet Japonya'da bir manga serisiyle başlamış. Animelerden Itazura na Kiss'de bununla ilgili bir iki sahne vardı.

"Gakuran"lar Prusya ordu üniformasından esinlenilmiş kıyafetlerdir ve boğaza kadar düğmelidirler. Dolayısıyla üstten ikinci düğme kalbe en yakın düğme oluyor. Bu sahnede Irie normal bir ceket giyiyor, Kotoko'ya verdiği düğme o ceketten değil, okul üniformasından kopartılmış bir düğmedir. (Itazura na Kiss 7. bölüm)

Bu sahnedeki kıyafet bir "gakuran"dır.

Bu da Ichigo %100 3. bölümden bir düğme sahnesi

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Animelerdeki Mitoloji sevgisi aklıma geldi aniden. Birçok animede mitolojiye olan göndermeler karşımıza çıkar, hatta bazılarında bu özellik gönderme olmaktan çıkar takıntı haline döner. Mesela -yine bu seriden giriş yapacağım :D- Fate/stay night serisinde birçok karakter mitolojik isimlerdir. Kimliklerinin arkasında isimler gizlense de en çok daha doğrusu birebir ele alınanı Berserk karakteri olsa gerek,kendisi;

(Kimliği ile ilgili spoiler içermektedir. Kimliği seride açıklansa da sürpriz şekilde açıklandığı için spoiler içinde yazılanları serinin bu kısmını tamamlayanlar açsın lütfen.)

 

Hepimizin bildiği üzere Mitolojik bir karakter olan Herkül'den esinlenilmiş bir karakterdir. Hatta Noblephantsam'ı bile bu isminden gelen özelliği taşıyordu.

 

Hatta bu seride yer alan Pegasus atını da yaban atmayalım derim. Pegasus demişken aklıma Pandora Hearts geldi, adında bile mitoloji kokusu alınabilen nadir yapımlardan birisi kendisi. Hatta seride adına yakışır bir Pegasus atı bile görebiliyoruz. Pegasu demişken Sailor Moon'un Super A sezonunda da konuya etkisi büyük olan bir pegasus vardır. Sonrasında yine mitoloji öğeleriyle bezenmiş Saint Seiya yapımlarını hatırlayalım. Tamamını henüz izlemiş bir takipçi değilim ama Lost Canvas olan bu isme ait yapımda bile Mitoloji namına bir şeyler bulabilirsiniz, unutmayın Kırmızı Gül'ün nasıl oluştuğuna dair olan efsaneye bir göz atın ve sonra dönüp bu serideki Alfabica karakterine ait hikayeyi izleyin.

 

Pandora Hearts demişken Japonların Alice Harikalar Diyarı hikayesine olan düşkünlüğünü hatırladım birden. Birçok seride ya da filmde bu ismi taşımasa bile karşımıza sık sık bu hikayeye ait hikayeler dizini izleyebiliriz. Buna en basit ve en yeni örneklerden biri Pandora Hearts olacaktır. Bu seride bariz bir şekilde esinlenme görebilirsiniz, hatta öyle barizdir ki ana karakterinin adı bile Alice'dir. Geçenlerde izlemiş olduğum bir film de esinlenmeden ziyade direk bu filmi baz almış bir seyirlikti;Hottarake no Shima: Haruka to Mahou no Kagami Movie.  Hatta bu film beynime öyle bir kazandı ki o tavşanın etkisi üzerimde sürmekte, acaba kimin etkisi diye düşünürken buldum. İşin sırrı Sawashiorma'da gizliydi çünkü bu kez can verdiği kişi ne bir dişiydi ne de erkekti.

@desesperado Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Nick Desperado isimli filmden mi gelme acaba? Filmini baya severim ve müziğine aşık olduğum bir filmdir. :)

Değindiğin inanışı izlediğimde çok beğenmiştim ama unutmuşum. Sayende hatırlamış oldum. Çok güzel bir bilgi oldu bu, bu güzel hatırlatma için teşekkürler. Bu inanış Amerikan okullarındaki üniforma inanışına benziyor. Onun kalple yakından uzaktan bir ilgisi var mı bilmiyorum ama genelde okul takımında oynayan erkekler mezun olurken sevdiği kıza okul yılları boyunca giydiği forma üstünü veriyormuş. Gerçi bu daha çok gelenek olayına benziyor, inanış olarak bir anlam taşıyor mu anlam veremedim hiç. Bunu da Tavuk Suyuna Çorba romanları serisinde okumuştum. Konumuz animeler ama ben buna değinmeden geçemedim. :D

 

İnanış demişken konuyla pek uyuşmuyor, daha doğrusu animelerde yer alan bir gönderme ya da inanış değil ama değinmeden geçmek istemiyorum ve paylaşmayı çok istediğim bilgilerden birisi. Japon halkı arasında Türkler'e karşı olan bir inanışa değinmek istiyorum aslında. Hiçbir animede izlemedim, değinilen bir anime yapımı da var mı bilemiyorum ama belki olaydaki inanışa neden olan Ertuğrul Fırkateyni Japonlar'ın Türk sevgisi olşturan şeyin kaynağıdır. Japonya sularında batan bu fırketyn hakkında Japonlar'ın sahip olduğu bir inanışı sizinle de paylaşmak istedim. Hoşçakal Mayumi isimli romanda geçen bir bilgiydi, zaten bu roman da Ertuğrul Fırkateyni'nde görevli bir askerle Mayumi adlı bir Geyşa'nın yaşadıklarını baz alarak bize o dönemdeki yaşananları aktarıyordu. Okumayanlar varsa bir an önce okumanızı tavsiye ederim. (Hatırlayabildiğim kadarıyla yazıyorum çünkü romanı okuyuşumun üzerinden 8-9 yıl geçmiştir.) Bahsedeceğim bilgiyi de bu romanın 'Giriş' kısmında okumuştum. Fırkateynin battığı yere araştırma için giden yazar biraz kaynak olsun diye biraz da kitabın atmosferini yakalayabilmek adına ön araştırma için o sulara doğru yelken açmış zamanında. Havanın günlük güneşlik olduğu bir günde adaya adımını atar atmaz sağnak yağmura dönmüş hava. Sonra ordaki Japonlar'dan duyduğu inanışa hayran kalmış. Bu inanışa göre o adaya ne zaman bir Türk ayak bassa hava istediği kadar güneşli olsun o Türk'ün gelişiyle sağnak yağmur da kendini gösteriyormuş. Japonlar da bunun Ertuğrul Fırkteyni'nde ölen askerler için göz yaşı olduğuna inanıyormuş çünkü o dönemde tanıdıkları askerlerle demirledikleri yerdeki halk arasında çok güzel dostluklar kurulmuş. Kısacası bu inanışın güzelliğini okuduktan sonra kitaba daha güzel bir duyguyla başlamıştım ve biliyorum animeler içinde geçen bir inanış değil ama gönlüm paylaşmadan gitmek istemedi.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Ertuğrul Fırkateyni hakkında ben de çok şey duymuştum ama o efsaneyi hiç bilmiyordum. Gerçekten gurur verici bir hikaye. Kitabı merak ettim doğrusu, ilk fırsatta edinip okumayı istiyorum. Bir de, animelerle ilgisi olmadığı doğru ama ilerde bu konuyu işleyen bir anime yapılacağına inanıyorum ben. Zaten her ne kadar çevirisi olmasa da, günümüzdeki Türk-Japon ilişkilerinden hareketle "Erutoururu"yu konu eden bir manga var halihazırda.

Ancak sanıyorum tür olarak kodomomuke bir manga. Japonya'da özellikle Yokohoma'daki ilkokul öğrencileri tarihlerindeki o sahneyi bu mangadan öğreniyorlar. Güzel bir şey.

nickim filmden değil (o filmi ben de severim orası ayrı), İspanyolcada umutsuz anlamına gelen bir kelime. Daha önce MAL hesabını bu isimle almıştım öyle kaldı :D

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Açıklama için teşekkür ederim desesperado,İtalyanca'dan sonra -tabii ileride bir gün İtalyanca öğrendikten sonra :D- öğrenmeyi çok istediğim diğer dil de İspanyolca'dır. Nick'in anlamı güzel olsa da anlamındaki umutsuzluğu sana taşımaz umarım. ;)

Paylaşımlar için de teşekkürler,bu başlığın böyle güzel bilgilerle dolup taşacağını düşünmemiştim ama bilmediğim birçok bilgiyi de öğrenmiş oldum.Laf açılmışken hazır katılan arkadaşlara da teşekkür edeyim.Katılımlar için teşekkür ederim,okuması çok keyifli. :)

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Bu kez 
'Run Melos' takıntısı ile burdayım. Bu takıntıyı birçok yapımda görebiliriz. Biliyorum içeriğinde geçen hikaye aslında çok anlamlı.
 
aoibungaku10-2.jpg

 

Ana teması 'dostluk' olan bu hikayeyi birçok yapımcı çalışmasında kısacık da olsa ele alır. Kendi ismini taşıyan 92 yılına ait Hashire Melos! isimli bir yapımı olsa da son zamanlarda izlediğim 2-3 yapımda karşıma çıkan bir hikaye olmuştur.Aklıma kazınanı ise Aoi Bungaku isimli yapımla olmuştu. Nedense ordaki anlatımı çok ama çok etkileyici buldum. Hikaye içersindeki yazarın çalışma masasında ortaya fırlayan Melos'u görünce ne yapacağımı şaşırdım resmen. Anlatım deniline böyle orjinallikleri bünyesine sakladılar mı o anlatıma aşık olabiliyorum.

 

Hangi yapımdaydı bir türlü hatırlayamıyorum ama yanlış hatırlamıyorsam Amagami SS serisinde okul festivali hazırlıkları kapsamında değinilecek konulardan biri olarak ya da orda geçen bir olay içersinde bu isimle yapılan bir göndermede Melos adı geçiyordu. Çok dikkat kesilmediğimden olsa gerek o noktayı kaçırmış oldum ve kaçırmış olmama çok üzüldüm şimdi. Hatırlayabilseydim daha detaylı not düşebilirdim. dfdfdf

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • 3 hafta sonra...

Animelerde sıkça geçen hikayelerden birisi de Urashima Taro hikayesi. Bu bir antik Japon efsanesi. Hikaye şöyle:

Urashima Taro bir balıkçıdır. Bir gün bir deniz kaplumbağasına eziyet eden çocuklara rastlar ve kaplumbağayı onların elinden kurtarıp denize salar. Ertesi gün onu büyük bir kaplumbağa ziyaret eder ve kurtardığı küçük kaplumbağanın Denizler İmparatoru'nun kızı olduğunu söyler. İmparator onu teşekkür etmek için deniz altındaki sarayında beklemektedir. Kaplumbağanın verdiği büyüyle solungaçlara sahip olan Urashima, büyük kaplumbağanın kabuğuna tutunarak denizin dibindeki saraya ulaşır. Orada imparatorun yanında, kurtardığı kaplumbağayı yani Otohime'yi gerçek haliyle, büyüleyici güzellikteki bir deniz kızı olarak görür. Birkaç gün kadar sarayda Otohime'yle vakit geçiren balıkçı sonunda evini özler ve gitmek için izin ister. Otohime de ona bir kutu (tamatebako) verir ve bunu asla açmaması şartıyla evine dönebileceğini söyler. Sonunda geldiği gibi bir kaplumbağa ile evine dönen Urashima herşeyi değişmiş bir halde bulur. Evini ve annesini yerinde bulamaz. Tanıdığı kimseye de rastlayamaz. Sonunda kasabalılara Urashima Taro'yu tanıyıp tanımadıklarını sorar. Nesiller önce öyle birinin yaşadığını, denize gidip bir daha geri dönmediğini öğrendiğinde, denizin altında sandığı gibi birkaç gün değil üç yüz yıl geçirdiğini anlar. Bu umutsuzluk ile elindeki tamatebakoyu açtığında kutudan bir duman bulutu yükselir ve Urashima Taro birden bire üç yüz yıl yaşlanıverir.

İlk Clannad'da rastlamıştım bu isme. İlk bölümde Nagisa, sınıfta kaldıktan sonra tüm sınıf arkadaşlarının değiştiğini, herşeye yabancı olduğunu söylüyordu.Kendisini Urashima Taro'ya benzetiyordu. Tıpkı onun üç yüzyıl sonra evine dönmesi gibi herşeyin yabancı gelmesinden dem vuruyordu.

Yine Clannad'ın 10. bölümünde tiyatro kulübü odasında, Kotomi tozlanmış bir kutuyu açıyor ve içinden bir toz bulutu çıkıyor. Kotomi'nin ağzından çıkan söz: "Tamatebako?" oluyor. Yine burada Urashima Taro'nun hikayesindeki kutuya açıkça gönderme yapılıyor.

Hikaye ilk anime çalışmalarında bile kullanılmış. İlk anime 1915 yılında ortaya çıkıyordu. Urashima Taro'nun 1918 yapımı bir animasyonu mevcut ama malesef bulamadım. Buradan 1931 yapımı ikinci Urashima Taro animesini izleyebilirsiniz.

Küçük Denizkızı Ponyo tasarlanırken de bu hikayeden oldukça faydalanıldığını okumuştum. Bunların dışında daha birçok animede bu hikayeye bir şekilde değinildiğini biliyorum, ama çoğunu izlemediğim için hangi anime, hangi bölüm, hangi sahne yardımcı olamayacağım. Bu konuya hakim birileri bilgi verirse sevinirim...

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Clannad'daki göndermeleri hatırlıyorum, hatırladıkça bir kez daha izleyesim geldi şimdi. Ama kendime mazoşistçe davranmaya niyetim yok çünkü Clannad başına oturunca After Story de ardından gelecek biliyorum. Ben bu hikayeyi ilk olarak Love Hina'da izlemiştim. Hatta o seride bu hikayeye ait olan birçok gönderme mevcuttu. Love Hina'da yer alan Otohime isimli karakterin kaplumbağalara aşırı sevgisi vardı. Hatta karakterlerin yaşadığı pansiyonun (pansiyon da kaplıca banyolarına ait bir pansiyondu biliyorsunuz) yanındaki kullanılmayan evde de bir Kaplumbağa Krallığı buluyorlardı. Zaman içersinde Kaolla'nın yanından ayrılmayan evcil hayvanı olan kaplumbağası evden bir şeyler yürütüp yürütüp köhne yere taşıyordu. Kahramanlarımız da izleri sürerek yer altından gelen ve yıllardır yaşamlarını orda sürdüren (yüzyıllardır desek daha doğru olur) kaplumbağalar ile karşı karşıya kalıyordu ve büyük bir savaş veriyorları. Liderleri de öyle böyle değil gerçekten de devasa bir kaplumbağa idi. Bahsini ettiğim bölümde de bu hikayeye ait göndermeler vardı. Çok net hatırlamamakla beraber aklımda kalanlarla paylaşım yapmak istedim. Umarım faydası olmuştur çünkü seriyi izleyeli 5-6 yıl oluyor. Yanlışlarım varsa şimdiden affola. :D Benim de aklıma gelen ve ne zamandır paylaşmayı düşündüğüm bir iki öğe vardı. Gelmişken ona değineyim. Öncelikle yapımcıların ya da mangakaların gül takıntısı. Güle birçok anlam yüklemeyi severler ama bunu en çok kullanan kişi -daha doğrusu benim anime tarihimde yer almış olarak- Ikeda Riyoko'dur. Rose of Versailles isimli serisinin adı bile bunu bariz şekilde anlamamızı sağlar. Türkçe anlam olarak Versay'ın Gülü olsa da Ikeda, serisinde yer alan her dişiyi bir gülle benzeştirmiştir ama en çok da Oscar'ı bir gülle betimlemeyi tercihleri arasına almıştır. Özellikle de finalinde dile getirilen beyaz gülle daha çok bağdaştırmıştır ama ben en çok bu betimlemeyi daha doğrusu özdeşleşmeyi Andre'nin ağzından yaptığı yorumlarla severim. Her severin en çok benimsediği sahnede Andre'nin o kelimeleri izlerlerini derinden vurur, bilirim. Hatta biz de Oscar'la birlikte o okları yiyip onun acısını tadarız. Andre'nin, Oscar'a bir erkek değil de kadın olduğunu anımsatmak için ortaya döktüğü cümlelerinde gülü alet ettiği sahneyi hiçbirimiz unutamamıştır eminim.

28. bölümün son dakikalarına doğru o en anlamlıı replikler kulağımıza çalınmıştır;

''Güller her zaman güldür, isteği renge bürünse de istediği çiçeğin şekline girse de kokusu her zaman onun ''Gül'' olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir....''

 

 

Bunun dışında Ikeda, diğer bir yapımı olan Onii-sama e... serisinde/mangasındaki karakterlere de gülden gelen anlamları yüklemeyi ihmal etmemiştir. Dediğim gibi gül simgesi bir obje olarak karşımıza geliyorsa ya da takıntı halinde görülüyorsa aklıma gelecek ilk isim her zaman Ikeda olacaktır.

 

Ikeda harici diğer yapımcılara da haksızlık etmek istemiyorum aslında. Özellikle de Saiunkoku Monogatari yapımlarında yer alan Bara-Hime hikayesine haksızlık etmek istemem. Ne de güzel ne de melankolik bir hikayedir o. Öyle güzeldir ki izleyicilerine, "Keşke yan hikaye olarak bundan bir Ova ya da Special izleyebilsek." bile dedirtebilir. Gelelim diğer takıntılara. Aslında çoğu kez komedi unsurunda kullanılıyor;Sadako. Bu da genelde Halka filminden aklımıza kazınmıştır ama anime camiasında birçok göndermede karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak dikkatimi Yamato Nadeshiko Deshiko Shinchi Henge serisindeki ana karakterin sık sık yaptığı göndermeyle yani sık sık Sadako havasına girmesiyle aklıma kazındı. Hatta en son izlediğim Eyeshield 21 serisinde bile buna yapılan gönderme sıkça karşıma çıkmaktaydı. Tüm klişe hemşire görüntüleri kafanızdan silip atın çünkü böyle bir hemşire sizi hemen ayaklandırabilir ya da tam tersi bir durum söz konusu olabilir. İşte ben buna görünüşüyle bile yeterli diyorum, kişiliği sımsıcak olsa da onu gören her hasta hatta her hasta yakını direk kendine geliveriyordu. :biyikgulme:

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • 2 ay sonra...

Ertuğrul Fırkateyni' nin Hikâyesi

Bundan 117 yıl önce Sultan Abdülhamid’den Japon İmparatoruna nezaket ziyareti için gönderilmişti Ertuğrul Firkateyni. Albay Osman Bey komutasında 1889 yılının Temmuz ayında yola çıkan gemi, Devlet-i Âli’nin ayakta olduğunu göstermek maksadıyla limanlara uğraya uğraya yol alıyordu. İmam, doktor, kâtip, fotoğrafçı dâhil 569 mürettebatı taşıyan Ertuğrul’da o yıl Bahriye Mektebi’ni bitiren genç teğmenler de vardı. Gidiş yolculuğu 11 ayda bitti. Gerekli temaslar sağlandıktan sonra 15 Eylül 1890’da eve dönmek için demir aldı Ertuğrul. Ancak Japonya’da tayfun mevsimi başlamıştı. Yola çıktıktan bir gün sonra, 16 Eylül’de yakalandıkları şiddetli dalgalar, gemiyi 500 ‘Osman oğluna’ mezar yaptı.

Osmanlı Japon ilişkilerini başlattığı varsayılan bu kazadan 117 yıl sonra Kushimoto yakınlarındaki Oshima (büyük ada) kıyılarında hummalı bir çalışma yürüyor. Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü, firkateynin enkazını ve su altında olduğu düşünülen diğer eşyayı çıkarmak için Ocak ayında bir çalışma başlattı. İ lk haberlere göre kalıntılar su yüzüne çıkmaya başladı ve cephaneliğin de yeri tespit edildi. Enkazın tamamının 3 yıl içinde çıkarılması planlanıyor. Buraya kadar bir problem görünmüyor ancak 4 yıldır Japonya ve Türkiye’deki arşivlerde Ertuğrul Firkateyni’ni araştıran Japon Türkolog Nobuo Misawa, son gelişmeleri duyduğunda şaşkınlığını gizlemiyor: “İyi de biz kazadan hemen birkaç ay sonra enkaza inmiş, ne var ne yoksa hepsini çıkarıp Osmanlı’ya göndermiştik zaten…”

Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü Organizasyon sorumlusu İdil Reşa ise geminin battığı yerin kayalık bir bölge olduğuna dikkat çekerek bu yıl kazı yapmak niyetinde olmadıkları halde kumun üzerine çıkmış bazı parçalara ulaştıklarını söylüyor. İlk dalışlarda geminin kazan ve şaft gibi ana parçaları olmadığı görülmüş. Reşa, bu parçaların daha önceki bir çalışmada çıkarılmış olabileceğini düşünüyor. Ancak Enstitü, Misawa’nın araştırmasından haberdar değil. Enkazın büyük bölümünün kayaların altında olması heyette kuma gömülmüş çok fazla buluntu olduğu yönünde bir kanaat oluşturmuş. Üç hafta içinde yapılan dalışlarda gemiye ve mürettebata ait çok sayıda kalıntı olduğunu gördüklerini belirten Reşa, sadece gelecek yıla kadar zarar görmesinden endişe edilen parçaları çıkardıklarını hatırlatıyor.

İstanbul’da bulunan Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki eşya listesi, Misawa’yı doğruluyor. Gemideki top ve mürettebatın özel eşyaları dâhil her şey Japon İmparatoru Mikado’nun talimatıyla 1892’de İstanbul’a iletilmiş. Resmî evrak konusunda bir sorun yok ama listede bahsedilen eşyaların nerede olduğu sorusuna ne Misawa ne de Türk müze yetkilileri cevap verebiliyor. İhtimallerden biri o tarihlerde Deniz Müzesi henüz kurulmadığı için, gönderilen eşyanın bir depoya konulduğu ve orada unutulduğu. Diğer ihtimalse şehitlerin acılı aileleri arasında paylaştırılmış oldukları. Eldeki tek kayıt Ertuğrul’da bulunan topun iade edildikten sonra Osmaniye Fırkateyni’ne konulduğu yönünde.

Toyo Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nobuo Misawa, yaklaşık 20 yıldır Osmanlı tarihi üzerine araştırma yapan bir Türkolog. 2003 yılında Japonya Başbakanlığı’nın başlattığı ‘Tarihteki Önemli Kazalar’ projesi kapsamında Ertuğrul Faciası’nı araştırıyor. Sıkça anlatıldığı gibi Japonya ile Osmanlı İmparatorluğu’nu yakınlaştıran ilk temas, 1888’de imparator Mikado’nun amcasının İstanbul ziyareti. Japon İmparatoru bu seyahatin ardından amcasına gösterilen misafirperverliğe teşekkür maksadıyla Sultan 2. Abdülhamid’e bir teşekkür nişanı gönderiyor. 1889 ortalarında İstanbul’dan gönderilen firkateynse, Abdülhamid’in teşekkürlerini ve İmparatora takdim edilecek imtiyaz nişanını iletmek maksadıyla yola çıkıyor.

YOLCULUÐUN ERTELENME SEBEBİ KOLERA SALGINI

1890 yılının Haziran ayında Yokohama limanına ulaşan gemi, bir ay boyunca gerekli temasları sağlıyor ve en geç Ağustos’ta ayrılmak için hazırlıklara başlanıyor. Misawa, burada Türkiye’de pek bahsedilmeyen bir ayrıntıya temas ediyor. “Geminin ayrılacağı günlerde Japonya’da kolera salgını baş göstermiş. Ülkenin büyük kısmı bu salgın sebebiyle karantinaya alınmış. Maalesef Ertuğrul da karantina bölgesinde kalmış.” Bu salgın talihsizliklerin başlangıcı olmuş sadece. Eylül ayı başlarında karantina kalktığında yeni bir sıkıntı çıkmış Ertuğrul mürettebatının karşısına. “Eylül, Japonya için tayfun ayı demektir.” diye özetliyor Misawa. Heyetten dönüşü birkaç hafta daha ertelemeleri isteniyor ancak İstanbul’dan ‘dönün’ emri gelince Ertuğrul 15 Eylül’de Yokohama limanından demir alıyor. Ve bu yolculuk çok kısa sürüyor.

Hikâye’nin buraya kadarki kısmı nispeten aşina. Misawa’nın Japonya’daki arşivlerde yaptığı çalışma daha çok kaza sonrasını aydınlatmayı hedefliyor. Japonca kaynaklara dayanan ilk araştırma olma niteliği de taşıyan rapor, henüz Türkçeye çevrilmese de Misawa yaklaşık bir yıldır Türkiye’de konuyla ilgili tüm evrakı elden geçirmeye çalışıyor.

Bir arkeolog heyetinin fırkateynin enkazı üzerinde çalıştıklarını basından öğrendiğini söylüyor. Nobuo Misawa, Japonya’daki iki Ertuğrul araştırmacısından biri. Buna rağmen kendileri ile temasa geçilmemesini yürütülen araştırmanın arkeolojik nitelikte olmasına bağlıyor: “Enkazın çıkarılması çok önemli. Yapılan işi tenkit etmiyorum fakat Türkiye’de Ertuğrul kazasıyla ilgili bir takım yanlış bilgiler var. Bunların düzeltilmesi gerekiyor.” Öncelikle firkateynin Titanik gibi okyanusun ortasında batmadığını hatırlatıyor. Yola çıktıktan yaklaşık iki gün sonra fırtınaya yakalanan gemi, Oshima kasabasına doğru sürükleniyor ve kayalıklara çarparak batıyor. Bu yüzden enkaz kıyıdan yalnızca 10-15 metre açıkta ve 11-25 metre derinlikte bulunuyor. Çarpmanın etkisiyle su alan gemide can kaybının bu kadar fazla olmasının sebebi ise kazan dairesinde meydana gelen patlama. Mürettebat boğularak değil, patlama sebebiyle hayatını kaybetmiş.

JAPON KAYNAKLARINA İLK KEZ BAKILIYOR

Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nün Ocak ayı içinde 3 hafta süren çalışması, gemi aksamının çıkarılmaya başlanması ile gündeme geldi. Misawa, enkaza ilk kez iniliyormuş gibi bir hava uyandırılmasını anlamakta zorlanıyor. “Bu firkateyn imparatorun misafiriydi ve kazada geminin kaptanı da kaybolmuştu. İmparator Mikado, ne olursa olsun Kaptan Osman Paşa’nın bulunması talimatını verince deniz altında 5 ay kadar arama yapıldı ama maalesef Osman Paşa’nın cesedi bulunamadı. Bu esnada çıkarılan toptan nişana, paradan özel eşyalara kadar bütün parçalar Hariciye Nazırlığı tarafından İstanbul’a gönderildi.”

Japon Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı liste ile birlikte gönderilen eşyaların nasıl bir rota izlediğini arşivlerdeki belgelerle anlatıyor Misawa. Üçü denizaltı uzmanı 628 kişinin katıldığı arama çalışması sonucunda toplanan her şey, 18 Kasım 1891’de Yokohama’ya, oradan da 28 Aralık’ta bir Fransız posta gemisiyle İstanbul’a gönderilmiş. Listedeki bilgiye göre teslim edilenler arasında 8 büyük 4 küçük top, 182 adet tüfek ve nişan, para, kılıç gibi şahsi eşyalar bulunuyor. Osmanlı Hükümeti’nin 1893’te teşekkür maksadıyla kurtarma çalışmasına katılan heyete gönderdiği nişan ve paranın belgesi de yine Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde.

Türkiye’de yayımlanan araştırmalarda kazanın tarihi, ölü ve yaralı sayısı gibi pek çok konuda muhtelif rakamlar dikkat çekiyor. Detaylar konusunda dönemin Oshima kaymakamının günlüğünden faydalanan Misawa, kazanın ayın 18’inde değil 16 Eylül’de saat 21.30 civarında meydana geldiğini söylüyor. Kaynaklardaki ihtilaf, Japon basınının olayı farklı tarihlerde vermesinden kaynaklanıyor. Yine bu araştırmaya göre şehit sayısı 495 ya da 497. Bu bilgi ise kazadan hemen önce tutulan ve şimdiye kadar hiç kullanılmayan karantina raporuna dayanıyor. Türkiye’deki kayıtlarda ise bu sayı 538’le 600 arasında değişiyor.

Kaza sonrasına dair yaygın hatalardan bir diğeri de Japonya’da toplanan yardım paraları ile ilgili. Doç. Dr. Misawa, Japonya’da büyük kaza ve felaketlerde yardım kampanyası başlatmanın eski bir gelenek olduğunu söylüyor. Fakat 1890’a kadar yalnızca yurtiçindeki olaylar için yardım toplanmış. Ertuğrul Faciası’nın ardından kazada hayatını kaybedenlerin yakınlarına ulaştırılmak üzere kampanya başlatılması bu anlamda bir ilk kabul ediliyor. Yaklaşık bir ay süren kampanyalarda 5 bin yen, o devirdeki karşılığı ile 20 bin frank, Japonlar için çok anlamlı bir gösterge olan pirinç fiyatı üzerinden hesaplandığında ise bugünkü karşılığı ile 400 bin YTL toplanmış. Bugüne ulaşan bilgilere bakıldığında yardımlarla birlikte anılan tek isim Torajiro Yamada. Oysa Misawa en başarılı kampanyanın Jichi Shinpou gazetesi tarafından yürütüldüğünü söylüyor. Kaza sonrası hayatta kalan 69 kişiyle birlikte gazetesi adına İstanbul’a gelen Shotarou Noda, Yamada’dan çok daha önemli bir isim Misawa’ya göre. Sultan Abdülhamid’le de görüşen, padişahın teklifi üzerine iki yıl İstanbul’da Harbiye öğrencilerine Japonca dersi veren Noda’nın ülkesine dönmeden önce Müslüman olduğu biliniyor.

Nobuo Misawa başkanlığında hazırlanan Ertuğrul Faciası Raporu, 2005 yılında Japon Hükümetine sunulmuş. Yaklaşık bir yıldır Türkiye’de bulunan Misawa, şu anda kazanın yabancı basındaki yansımalarını inceliyor. Gelecek yıl tamamlanması planlanan çalışma bittiğinde bu konuda şimdiye kadar yayımlanmış en kapsamlı araştırma olacak.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • 4 yıl sonra...

Yondemasu-yo Azazel-san'la ilgili son derece ilginç bir bağlantı mevcut.Beelzebub yarı sinek yarı penguen olarak tasvir edilmiş aynı zamanda da asil bir soydan gelmedir.William Golding'in yazdığı Sineklerin Tanrısı diye bir roman var.Konu adada kısılıp kalan bir grup çocuk etrafında gelişiyor.Zamanla gelişen fikir ayrılıkları ve gruplaşmanın verdiği motivasyon duygusuyla birbirlerine düşerler.Özellikle de iş bölümü hususunda.Hayvani dürtülerine yenik düşen taraf bir kere domuz etinin tadını almıştır.Dahası avlanmaları artık bir ritüel halini almış ve bu ritüeli yaparlarken de maske takarlar.Ve öldürdükleri domuzu kazığa asıp bıraktıklarında normal olmayan bir şekilde sinekler doluşmaya başlar

 

Beelezebub'un gücü ne dersiniz.İnsanların içindekini açığa çıkarma gücü.Yani hayvani dürtünün açığa vurması.Diğer adı ise kitabın adıyla aynı Sineklerin Tanrısı.Oburluğa atıf yapılmıştır

 

Sadece bir teori ama maske takmalarıyla asil soydan gelmesiyle bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum.Ayrıca domuzlar bok yer animede de Beelzebub bok yemeye bayılır

 

jXy23G.jpg

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

1 saat önce, Ulmo yazdı:

Yondemasu-yo Azazel-san'la ilgili son derece ilginç bir bağlantı mevcut.Beelzebub yarı sinek yarı penguen olarak tasvir edilmiş aynı zamanda da asil bir soydan gelmedir.William Golding'in yazdığı Sineklerin Tanrısı diye bir roman var.Konu adada kısılıp kalan bir grup çocuk etrafında gelişiyor.Zamanla gelişen fikir ayrılıkları ve gruplaşmanın verdiği motivasyon duygusuyla birbirlerine düşerler.Özellikle de iş bölümü hususunda.Hayvani dürtülerine yenik düşen taraf bir kere domuz etinin tadını almıştır.Dahası avlanmaları artık bir ritüel halini almış ve bu ritüeli yaparlarken de maske takarlar.Ve öldürdükleri domuzu kazığa asıp bıraktıklarında normal olmayan bir şekilde sinekler doluşmaya başlar

 

Beelezebub'un gücü ne dersiniz.İnsanların içindekini açığa çıkarma gücü.Yani hayvani dürtünün açığa vurması.Diğer adı ise kitabın adıyla aynı Sineklerin Tanrısı.Oburluğa atıf yapılmıştır

 

Sadece bir teori ama maske takmalarıyla asil soydan gelmesiyle bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum.Ayrıca domuzlar bok yer animede de Beelzebub bok yemeye bayılır

 

Sineklerin beslenme alışkanlıklarına bakarak başlamamız lazım bence. Yanlış hatırlamıyorsam sineklerin ağız tipi 2-3 farklı çeşitten oluşmakta. Sivri ve delici olanlar kan emme amacına özel olarak evrimleşmiş, boru şeklinde ve süpürücü olanlar ile bitki özleri gibi maddeleri almak için özelleşmiştir. Dışkı adını verdiğimiz şey vücut tarafından sindirilmemiş veya organizmada ihtiyaç fazlası olarak görülen metabolik artıklardır. Sineklerin bir kısmının da buradaki artık gıdalarla beslendiğini eminim herkes biliyordur. Ayrıca canlıların sindirim ve boşaltım sistemlerinde helmint adını verdiğimiz paraziter canlılar çeşitli şekillerde çoğalmakta ve dışkılama yoluyla sistemi terk etmektedir. Bu dışkı ve içerisindeki helmintler yine çeşitli yollarla doğaya tekrar geçmektedirler. Öyle ya da böyle çoğu canlı türü bu döngü içerisinde bir şekilde yer almaktadır. Yine ekstra bir bilgi olarak çoğu hayvan sindirim bozuklukları veya yetersiz beslenme gibi nedenlerden ötürü dışkılarını yemektedir. Yine bunların yanında koprofaji'yi bir çeşit fantezi olarak gören insanlarda mevcut.

 

Yani bir canlının dışkı yiyor olması için illa sinek ile bağdaştırılması gerektiğini düşünmüyorum. Kötülük işleyen insanı da temsil ediyor olabilir: "Yine ne boklar yedin?" ya da "Ne haltlar karıştırıyorsun sen?" gibi cümleler de dilimizde kötü bir eylemi temsilen kullanılmakta.  Diğer kültürlerde de benzer bir kullanım durumu olabilir. Ama genel olarak haklı olduğunu düşünüyorum. Sadece ek görüş belirtmek istedim, yazabileceğim çok şey vardı ama kafamdakileri pek toparlayamadım. Yazdığın şeylere herhangi bir itirazım yok yani.

 

 

  • Beğeni 1
Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

12 dakika önce, WoLcRoW yazdı:

 

Sineklerin beslenme alışkanlıklarına bakarak başlamamız lazım bence. Yanlış hatırlamıyorsam sineklerin ağız tipi 2-3 farklı çeşitten oluşmakta. Sivri ve delici olanlar kan emme amacına özel olarak evrimleşmiş, boru şeklinde ve süpürücü olanlar ile bitki özleri gibi maddeleri almak için özelleşmiştir. Dışkı adını verdiğimiz şey vücut tarafından sindirilmemiş veya organizmada ihtiyaç fazlası olarak görülen metabolik artıklardır. Sineklerin bir kısmının da buradaki artık gıdalarla beslendiğini eminim herkes biliyordur. Ayrıca canlıların sindirim ve boşaltım sistemlerinde helmint adını verdiğimiz paraziter canlılar çeşitli şekillerde çoğalmakta ve dışkılama yoluyla sistemi terk etmektedir. Bu dışkı ve içerisindeki helmintler yine çeşitli yollarla doğaya tekrar geçmektedirler. Öyle ya da böyle çoğu canlı türü bu döngü içerisinde bir şekilde yer almaktadır. Yine ekstra bir bilgi olarak çoğu hayvan sindirim bozuklukları veya yetersiz beslenme gibi nedenlerden ötürü dışkılarını yemektedir. Yine bunların yanında koprofaji'yi bir çeşit fantezi olarak gören insanlarda mevcut.

 

Yani bir canlının dışkı yiyor olması için illa sinek ile bağdaştırılması gerektiğini düşünmüyorum. Kötülük işleyen insanı da temsil ediyor olabilir: "Niye ne boklar yedin?" ya da "Ne haltlar karıştırıyorsun sen?" gibi cümleler de dilimizde kötü bir eylemi temsilen kullanılmakta.  Diğer kültürlerde de benzer bir kullanım durumu olabilir. Ama genel olarak haklı olduğunu düşünüyorum. Sadece ek görüş belirtmek istedim, yazabileceğim çok şey vardı ama kafamdakileri pek toparlayamadım. Yazdığın şeylere herhangi bir itirazım yok yani.

 

 

 

Size katılıyorum.Güzel yaklaşım.Ben şimşek örneğini vermek istiyorum.İnsanlar şimşekten korkup anlam yüklediler çünkü bilimin yani verilerin olmadığı yerdeki boşluğu doldurması gerekiyordu.Sanırım doğadaki olayları görüp böyle bir yorumlama yapmışlar

 

Beelzebub yedi büyük günahtan biridir esasında.Kimi insanlar ise bunun aslında her birimizde bulunan potansiyel bir kuvvet olduğunu yüklenildiği kadar kötü bir anlama gelmediğini savunup ego ismini verir buna.Daha okültizmle içli dışlı olanlar ise egonun temizlenmesi en azından şekil verilmesi gerektiğini savunup bunları amaca ulaşmaya yönelik bir evre olarak görür

 

Kitapta o vahşi kabilenin gerçek ve şeytani doğasını gören tek kişi Simondur.Ve bunu anlamasında kazığa çakılı domuz kafası yardımcı olmuştur.Bu yüzden bağdaştırdım

  • Beğeni 1
Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • 1 ay sonra...

Shoujo Kakumei Utena'da kara gül düellocularının içinde bulunduğu tabutlar gösterilirken odada dışarı çıkartılmış ayakkabılar vardır.Cenazesinin yapıldığı kişinin ayakkabıları dışarı çıkartılır böylece bu evde biri ölmüştür denilir.Kara gül düellocuları ise ölmüş düelloculardır ve mevcut düellocuların gölgesidir.Hatta böyle bir batıl inanç geliştirilmiştir.Bu yüzden insanlar evinin dışında ayakkabı bırakmaktan çekinirler

 

Rainbow'da altında buluştukları ağaca karşı anormal bir takıntı mevcuttur.Kendi isimlerini bile kazırlar.Tabi ki acılarını dindirmek için bir yoldur aynı zamanda.Birçok mitolojide dünya'nın merkezinde ağaç yer alır.Türk mitolojisinden tutta nord kaynaklılarına kadar.Yani belli bir şeyin kaynağını,özünü anlatmak için araç olarak kullanılmış ihtimalini düşünüyorum.Hapishanede ki alakasız insanları birbirlerine bağlayan Sakuragi değil miydi

 

 

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Forum Kuralları'mızı okudunuz mı?