Jump to content
  • Kayıt Ol

Etkinlik Tartışma: A Wind Named Amnesia


loykad

Önerilen İletiler

Edit: Altyaziyi test ettim, BakaBT'deki sürümle uyumlu.

awindnamedamnesia.jpg

DVD resmine dikkatinizi çekerim, bunun yönetmeni ayni zamanda Ninja Scroll serisinin de yönetmeniymiş, ne kapiştiniz bee :011:

Altyazı: A Wind Named Amnesia (1990)

BakaBT'deki DVD sürümü: A Wind Named Amnesia

Not: DVD sürümü hem Japonca hem İngilizce seslendirmeye sahip, eğer İngilizce denk gelirse oynaticinizin "Ses/Audio" ayarlarindan Japonca'ya çevirebilirsiniz.

Filmi Pazar akşamına kadar istediğiniz gün istediğiniz saat izleyip, bu başlığa dahil olabilirsiniz.

Tartışma kuralları:

  • Spoiler kutusu kesinlikle kullanmıyoruz.
  • Filmi izlemediysek bu başlığa yazmıyoruz. (Örn: Daha indiriyorum, birazdan izleyeceğim, görüşlerinizi yazın ona göre izliyeyim vs)
  • Filmi daha önceden izleyenler eğer filmi hatırlıyorlarsa buraya film ile ilgili görüşlerini yazabilirler. Hatta mümkünse yazsınlar.
  • Gelecek etkinlikler için film önerilerini buraya taşımıyoruz.

Bu başlık 25 Mayıs Pazar günü kilitlenecek.

[fieldset=Ek]Gelecek etkinliğimiz için film önermek istiyorsanız: Etkinlik:Anime Öneri Başlığı[/fieldset]

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • İleti 11
  • Oluşturma
  • Son yanıt

En Çok Yazanlar

  • loykad

    2

  • bedifeci

    1

  • bLueeekun

    1

  • smygon

    1

En Çok Yazanlar

daha önceden izlemiştim insanın sahip olduğu özellikleri doğuştan mı yoksa öğrenilmiş mi bunun sorgusunu yapması açısından oldukça başarılı bulduğum bir film. Örneğin kimse bize çalmanın kötü bir şey olduğunu söylemeseydi ya da kimse kızını koruman gerektiğini söylemeseydi yine yapar mıydık böyle bir şey

ah sonunu uzaylılara bağlamasaydılar güzel olurdu. orada ama yinede benden 10 üzerinden 8 alır

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

İnsan üstü bir ırk ,dünyamızın varoluşundan beri dünyayı ve insanlığı takip etmektedir. İnsanlığın gelişimini yeterli gören bu ırk , karar alarak , Amnezi adlı rüzgarı kullanır ,aniden insanlığın hafızası siler bu ırk Dünyamızı ,temsilcileri aracılığı ile takip eder. Artık herkes yeni doğmuş bebek gibidir.Dünyamız da teknoloji , makineler vardır ancak onu yönlendirecek insan artık bilgi ve deneyim sahibi insan olmaktan çıkmıştır.Kahramanımız Wataru tabi asıl ismi değil Jonny'i ile karşılaşması yaşamında değişikliğe neden olur. Tıbbi makinelerin yardımıyla zekasını önce 5 yaşındaki çocuk seviyesine getirilir ;daha sonra bu seviye gelişir.Jonny'in ölümü üzerine Jonny'in de isteğini yerine getirerek , yola koyulur.Amaç gerçekleri araştırıp bulmaktır.Yabani insanlar ve makinelerin olduğu dünyada yol alırken ikinci önemli karakterimiz olan Sophai ile karşılaşır. Sophai gizemli bir , güzel bir bayandır.Yolculuk başlamıştır .ABD nin meşhur şehirlerinde yolculuk devam ederken artlarında da Gardiyan dediğimiz amacı dışına çıkmış katil robotumuz! vardır.Edebi Kent denen yere geldiklerinde olaylar daha karmaşık hale gelir.Ana bilgisayar tarafından yönetilen kentimizde her şey teknoloji ile üretilebilir hale gelmiştir.Bu şehirde 104 yıllık bir yaşam vaat edilmesine rağmen Wataru bunu (Ütopyayı) elinin tersiyle reddetmiştir. Sophai ilerleyen zamanda gerçekleri Amnezi rüzgarını açıklamıştır.İyi bir gözlemci olan Sophai istediklerinin birçoğunu almıştır Wataru'nun birçok olayda doğru kararları Sophai'nın insanlara bakış açısını değiştirmiş, Wataru'ya ilgisini artırmıştır.

Dikkati çeken konulardan biri hafızası başa dönen insanlığın inanma duygusunun getirdiği etkiyle yeni tanrılar kabul etmeye meyilleri ve kurban olayına bakış açısı Bu olaylar Wataru ve bizim için hoş bir deneyimdi.İnsan her yerde insandır.Tabi uzaylı bir ırkta olsa varlıkları birleştiren sevgi olduğunu söylemek wataruya haksızlık yapmamamızı sağlar.Atmosferi çok farklı bir anime olmuş çizimler eski olması ilk 10 dakika sıkılmama ragmen iyi ki seyrettim diyebileceğim bir anime oldu.Konusunda boşluklar olduğu bir gerçek , bu filmleri bizden başka kim seyreder diye düşünmüyor değilim.Yeni nesil için pek ilgi çekmeyebilir.Puan olarakta 10/7,5 verelim.Herkese iyi seyirler dilerim.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Film bazı sorulara çok güzel cevap vermiş. İnsanları ilk insanlığa gönderen bir rüzgar. Hiçbir şey bilmeyen, hatırlamayan ve konuşamayan insanlar. Bu kadar olumsuzluğa rağmen bazı özelliklerini kaybetmemiş olan insanlar. Hikaye son anları saymazsak aslında üç bölüme ayrılmış. İlk bölüm baş karakterin hikayesi diğer iki hikaye ise diğerleriyle ilgili. Aslında film bayağı bir ilgi çekiciydi. İster konusu ister yaşattıklarıyla ama en sonunda uzaylı ırka bağlamaları olmadı sanki. Bunun yanında insanların yaptığı makinelerin sonuçlarını bir kez daha görmüş olduk. Bozulan bir robot ve önene geleni tarayan bir robot. Puan olarak 7/10 verdim.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Filmin çizimlerinden bahsedecek olursak, çıktığı yıla göre rüzgardan sonra şehirlerde yapmış olduğu etki çok güzel tasvir edilmiş, çizimlere 8/10 diyorum.

Ana karakter'in yapmak istediği tema iyi işlenmiş, hikaye bi o kadar güzel ilerlerken sonunda uzaylı bir ırkın yapmış olduğu deneye bağlaması biraz abes olmuş. Benim anladığım, insanların teknolojiye bu kadar bağlanmasından sonra, başımıza gelen olaylara karşı bu kadar tepkisiz olduğumuzdur.

Hikayenin bitişini de dikkate alırsak, konu olarak 8/10, sonu olarak da 7/10 veriyorum.

iyi seyirler...

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Spesifik bir tarih vererek konuyu ören yapımların o spesifik tarihe girildiğinde hep havada kalan tahminlerde bulunduğunu daha önce görmüşüzdür. 2000 yılında dünyanın yok olacağına inandık 90'larda. Sonra bir ara 06.06.2006 için şeytanın günü denmişti. Elimizde meşalelerle beklemiştik. Bu öngörülerin boşa çıkmasını filmlerin mağlubiyeti olarak görenler çok. İyi de Amnezi Rüzgârı acaba öngörüde mi bulunuyor yoksa olanı biraz mı abartıyordu? Belki de mübalağa kamuflajı altında, yakın gelecekteki karanlıkta yanan tek tük ışıkları bir bir söndürüyordu.

Amnezi, bilindiği üzere bellek yitimi demek. 1999 yılı San Francisco'sunda bir rüzgâr eser ve herkes belleğini yitirir. İsimlerini, bulundukları yerleri unutmalarını geçin, yemek yemeyi, konuşmayı bile unuturlar. Bunlar ne ki! Çocuklarını hiçe sayar, ellerinden bir gram lokma alabilmek için dün selam verdikleri insanların kafalarını ezerler. Kısacası, insan olmayı unuturlar. Ve Amerika sokaklarında, 20. yüzyıl sonlarında insanoğlunun ilk çağlarına döneriz. İlkelliğe döneriz. Bir lokma için vahşice cinayetlerin işlendiği (ilk çağ mantığında vahşi midir acaba bu cinayetler?), çoluk-çocuk-genç-yaşlı ayrımının yapılmadığı, herkesin hayatta kalmak için sadece kendini düşündüğü bir ilk çağ. Ama 20. yüzyılda ve Amerika'nın göbeğinde.

awindnamedamnesia_2.jpg

Rüzgâr önce sağdan eser. Nereden geldiği bilinmez. Kendini kabul ettirmekten başka bir seçenek bırakmaz insanoğluna. Rüzgâra maruz kalmış herkesin hatıraları silinir. Karnı guruldayan insan yaratığı açlığını dindirmek için çalar, öldürür, tecavüz eder. Tek bir önceliği kalmıştır; kendisi. Bu kaos içinde kahramanımızla tanışırız. Adını bile bilmediği ve konuşma yetisini de "unuttuğu" için o da diğerleri gibi evlere girer, çocukların ellerinden yemeklerini gasp eder. Ama şans eseri de olsa aynada kendisine bakar ve tiksinir gördüğünden. Kendisinden tiksinmez, aynadaki hayvandan tiksinir. O evden uzaklaşmak için durmaksızın koşar ve Johnny ile karşılaşır. Johnny ona hatırlaması için yardım eder. Johnny ona yeniden insan olması için yardım eder. Bir de isim koyar kahramanımıza; Wataru.

Ne Wataru'dan ne başka karakterlerden ne de müziklerden, börtü böcekten bahsetmek gerekli bu film için. O kadar iyi etüt edilmiş ilk insan betimlemeleri var ki filmde, her gösterilen detayla mutlu oluyorsunuz izlerken. Sıfıra indirgenmiş bir canlı türü olarak insan kendine has ilk kavramını hemen yaratır: Korkmak. Acıdan korkmaz, çünkü acıyı anlamaz. Uzun süreli zararlarını bilmez. En mühim ihtiyacı olan açlık hissinden korkmaz çünkü açlıktan öleceğini henüz idrak edemez. Tek bir şeyden korkar; kendinden güçlü ve büyük olandan. Bu "korkma ihtiyacı" da kendinden güçlü olanı yaratma ve ona tapınma gereksinimini yanında getirir. 21. yüzyıla girilmiş olduğundan, etrafta devasa bir iş makinesi görürürüz. İnsanların kendi vücut hareketlerine hiç benzemeyen, aşırı hızlı ve aşırı güçlü olan bu makine yeni ilk çağın ilk putu olarak değer kazanır. Tabii ki o putun içine bir şekilde oturmuş, ama ne yaptığından bihaber olan bir insancık da hemen betimlenir. İnsanlar makineye tapar ama o makine içine çöreklenmiş aklı evvel ve hazırı seven, makam âşığı bir insancık da eksik edilmez. İnsanlar neye taptıklarını bilmez, sadece korkarlar. Onlar için ibadet budur. Güçlü olan tahttan inene kadar herkes kendi güçsüzlüğünü öğrenir. "Korkmak"tan sonra öğrenilen ilk ders de budur. "Güçsüzsen güçlüye bulaşma, ölürsün!" Amnezi, unutmak, hatıralar demişken hatırlatmak istedim: Film Amerika'da geçmektedir.

awindnamedamnesia_3.jpg

San Francisco'da tanıştığı ve New York'a götürmek için arabasına aldığı Sophia ile başlayan Wataru'nun yol hikâyesinde Amnezi Rüzgârı sonrası insanlığın durumuna tanık oluruz. İş makinesinde oturan kabile reisi tipli adamın yerine elinde pompalı tüfek tutmuş eski bir şerif gelir. İnsanlar bu sefer ona doğru koşar. Daha sonra Sophia ile gidilen, Amerikan Hükümeti tarafından 2010 Gelecek Fuarı için inşa edilen örnek şehir olan Ebedîkent'te mutlak hakim olan süper bir bilgisayarın varlığını öğreniriz. Wataru'nun yol hikâyesinde bize anlatılan, medeniyetin insanlık tarihindeki gelişimidir. Ebedîkent'te tüm yönetim ana bilgisayarda ve onun idaresindeki robotlardadır. Hayat insanlar için konforlu ve lükstür ama benliklerini teknolojiye teslim etmiş bu insanların da özgürlükleri ve karar verme yetileri ellerinden alınmıştır. Bir tarafta hayatta kalma savaşı varken, diğer yanda hayatta donma kolaycılığı resmedilmiştir. İnsanoğlunun önündeki seçenekler sınırsızdır ama yapılan seçimler asla komün hayatı desteklemez. Her zaman için egoist tercihler ve bireysellik ön plandadır.

Rüzgâr şimdi soldan esmektedir. Wataru'nun gözü açılmış, Johnny'e verdiği sözü tutabilmek için yoluna devam etmektedir ama hayal kırıklığı da gitgide depreşir. Sophia ile girdiği bahsi kaybetmek üzeredir. Yol hikâyelerine katacakları bir kişi bile bulamamışlardır. Tanıştıklarından hiçbiri olduğu yeri terk etmeye razı olmaz. İşte burada artık kendinden güçlü olandan korkma eylemi, yerini değişimden korkmaya bırakmıştır. İnsanoğlu bulunduğu yerden şikayet etse bile orayı bırakamayacak kadar korkaktır. Şikayet etmiyorsa da bunun sebebi mutlu olmaya şartlanmaktan geçmektedir. Ebedîkent'te bu duyguyu net bir şekilde alırız. Uzun ve konforlu bir yaşam karşılığı takas edilenler (Ebedîkent'in günümüzle olan benzerlikleri de düşünüldüğünde) içinde bulunduğumuz kabullenmişlik sendromunu mükemmel bir şekilde aktarmaktadır.

Yamazaki'nin tek başarısı senaryoda yatmıyor. Yönetmen koltuğunda da harika işler çıkarıyor. İnsanoğlu hayatındaki ilk sesi doğduğu zaman çıkartır, avazı çıktığı kadar ağlar. Amnezi Rüzgârı'nda ise post-apokaliptik çağda bu sesin ancak ölürken çıktığına şahit oluruz. İnsanlar zaten hatıralarını yitirdiklerinde ölmüşlerdir. Bedenen ölümleri ise onlar için bu kaotik ortamdan bir kaçış, yeni bir doğum gibi resmedilmiştir. Aynı şekilde, makinenin indirilişinden sonra insanların elinde tüfek tutan şerife doğru koşmaları, söze gerek duyulmadan da ne kadar başarılı bir anlatım sunulabileceğinin göstergesidir. Animelerde sıkça rastlanan, uzak planlarda karakterlerin suratlarını boş gösterme efekti yine vurucu bir sahneyle aktarılır. Suratı boş çizmekteki amaç, izleyicinin hayal gücünü desteklemektir. Bizim tek gördüğümüz iki insandır; yüzleri olmayan iki insan. Onların suratlarının çizilmemiş olması onlarla yakınlaşmamızı kolaylaştırır. Orada gördüğümüz Wataru ve Johnny değil, rüzgârdan kurtulmuş iki alelade insandır. Ve bu aktarım sayesinde kendimizi onların yerine koymak bir nebze de olsa daha basite indirgenir.

awindnamedamnesia_4.jpg

Bunu seven Mirai Shounen Conan ve Casshern (Sins) de sever.

p.s. Bu haftaki yoğunluğum nedeniyle yıllar önceki ödevimden kopya çekmek zorunda kaldım.

UnderminE (kısaltma yok) hoca notumu kırarsa da canı sağolsun.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

gundamaster

Esti rüzgar, kayboldu hafızam

Her şey medeniyet öncesi gibi şimdi en baştan

Yeniden keşfetmeli insan kendini sil baştan.

Bu ara hep felsefe içerikli yapımlara denk geliyorum ve her birinde de insanın seçimleri, olaylar karşısındaki düşünüş şekli ve aksiyonlarını izlerken buluyorum kendimi. Dolayısıyla bu hikayelerde de kendimi bir yere koymaktan geri durmuyorum. Sorguluyorum ister istemez.

Bir rüzgar esse ve aklımı kaybetsem ben yine ben olur muyum, acaba yaşadıklarım ve şu anki durumum mu beni ben yapan bundan sonra da aynı kişi olmaya çevrem mi etki eder yoksa zaten en başından beri bu dürtü ile mi doğmuşum?

İnsan çözümlemesi zor bir varlık.

Filmde esen amnezi rüzgarı insanlığı medeniyetin ta en başına götürüyor ve ortada yaşamak için bir şeylere tutunmaya çalışan, kıran, döken ve öldüren insanoğlu ile karşılaşıyoruz. Hayatta kalmak için güçlü ol mantalitesi hakim. İnsan inancı olmadan da yaşamına şekil veremiyor mesajı verilirken, inancın yanlış yönlendirmelerini de betimlemiş. Tanrılara kurban edilen bekar kızlar gibi. Bu sahne insanın kendini medeniyetler geçse dahi varoluş sürecinde yaşadığı aşamalarda aynı şeyi tekrar edeceğinin bir göstergesi olarak sunulmuş. Yanlış ellerde inancın kullanılması ise felaketlerin baş göstergesi şeklinde betimlenmiş. Koca işçi aracını kullanan şaman kılıklı elemanın diğerlerini yanlış yönlendirmesi.

Wataru Sophia ile birlikte bir medeniyet gezisi yaparken tüm bu olaylara tanık olurken, yolculuğu sırasında insanlığı daha iyi tanıyor. Sophia kendisine bir yol gösterici olurken aslından insanların da hep bir ön ayak olan kimseye ihtiyaç duydukları da alt alta verilen mesajlardan biri. Yolculuk sırasında kendisine birilerinin eşlik etmek istemesi ama karşılığında kimsenin alıştığı yerden uzak kalmak istememesi ise, insanlığın alışkanlıklarından kolay vazgeçememesinin bir kanıtı adeta.

Sona gelirken Sophia'nın uzaylı bir ırka ait olduğunu öğrenmemiz, insanlığı incelemediğini söylemesi ve Wataru ile olan cinsel münasebeti, neler yaşanırsa yaşansın insanlık üremeye meyilldir, soyunu devam ettirmelidir konusuna da parmak basıyor.

Film arada mantık hataları yapsa da üzerinde düşünmeye iten güzel yapımlardan biri. 90'lı yılların müthiş çizim ve animasyonu ile bezenmiş olması da benim için ayrı bir seyir keyfi oluşturdu. Bu döneme ait yapımlar bana fazlasıyla anime izlediğimi hatırlatıyor.

Not vermekte biraz zorlandım. 7-8 arası gidip geldim. İlk kısımlardaki hafıza kaybı sonucu insan davranışlarındaki bazı hareketleri tutarsız bulduğumdan ve Guardian'ın bir çok insandan daha da inatçı olmasından, Sophia'nın aslında insanlığa, insanlığı anlatan bir android olsa daha iyi olacağını düşünmem ama neticesinde bir uzaylı çıkması sebebiyle notumu 7/10 olarak verdim.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Hikayeyi es geçiyorum, biliyorsunuz zaten (e bir zahmet :P ).

Doğruya doğru, etkinlikten önce filmden haberim yoktu. Konuyu okuyunca şöyle bir hoş oldum. Ancak film pek hoş olmadı :(

Ama başlamadan önce bir not düşeyim. Filmde olan şey "unutmak" değil. Çünkü "unutmak/hafıza kaybı" dediğimiz şey kortekste olur, biter. Sırf bu yüzden insan yemeyi, içmeyi unutmadığı gibi konuşmayı da unutmaz. Şok sonrası beyinde konuşmayla ilgili kısım ölebilir, akabinde konuşamayabilir insan ama unutmaz. O yüzden rüzgarın etkisi, hafıza kaybı değil. Ne olduğunu da bana sormayın, tarif edemem herhalde :)

Şimdi gel gelelim ne umduğuma ve bulamadığıma. Medeni çöküş sonrası biyolojik bir evrim beklemek pek tutarlı değil tabii ama zihinsel bir evrim beklemiştim. Ortada bir fizik vardı sonuçta ama zihin söz konusu değildi ve illaki oluşmalıydı. Bunun yerine birbirini öldürme istediği nedense bitmeyen insanlar izledik. Daha topluluklar içinde hiyerarşi oluşmadan insanın tanrı olma hevesini izledik. "Yazarın, insanlıkla derdi var herhalde" diye düşünmüştüm ki yazar Kikuchi Hideyuki'miş :P

Hikayede, iyi bir akış beklemiştim. Onu da bulamadım. Her durakta inip başka bir otobüse binmek gibiydi. Yani tamam, ana karakterin farklı yerlerde farklı insanlarla muhabbeti şeklinde ilerledi anime ama her yeni yere geldiğinde, gereğinden fazla değişmişti Wataru.

Çok fazla yermek istemiyorum filmi, bundan bir ay sonra "izledim, geçti" diyeceğim bir film olacak muhtemelen. Yalnız kafama takılan, hem de ilkin hiç aklımda yokken denk gelip animede cevabını bulamadığım bir şey var. Wataru'da, "acıma/koruma" dürtüsü nasıl oluştu, nasıl oldu da güdülendi? İlk insanlarda bu denli karmaşık bir duygu var mıydı acaba? Peki animede bunun cevabı verildi de ben mi göremedim? Olayı çözün bana da anlatsın.

Ve tabii Gardiyan'ın üretici firmasındaki çalışanların alayını... sevgi ve saygıyla kucaklıyorum. Maşallah sağlam makine üretmişler.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Etkileyici bir film, konusu insanı düşünmeye, sorgulamaya yönlendiriyor. Bu da filmin eksik yanlarına rağmen, (eksi değil dikkatinizi çekerim, eksik) insanın film sonrası kafasını kurcalayan düşüncelerle boğuşmasına neden oluyor.

Rüzgarın esmesi ile insanlığın ilk günlerine dönme detayı, ve Sophia'nın bunu bir test amacı olarak kullandıklarını söylemesi, aslında beni kızdıran bir şey oldu, tamam o hikaye içerisinde ben yokum, fakat kendimi o insanlığını kaybedenlerin yerine koysam Sophia'nın "uzaylı" ırkına çok kıl olurdum. Sanki labaratuar faresi gibi üzerinde testler yapıldığını farketmek çok pis koyardı bana! Sadece bu da değil, kendini üstün gören bir ırk tarafından kontrol edilmek hiç hoş bir duygu değil. Bu düşünce, filmin anlatmak istediği şeyle hiç alakalı değil tabi. Yukarıdaki mesajlarda abilerimin medeniyetle ilgili bahsettikleri şeylere +1 diyorum, duygularıma tercüman olmuşlar. Aslında şu yazıyı yazmaya çalıştığım vakit, gözlerimden uyku akıyor ve toparlayamıyorum düşüncelerimi, o yüzden kolaya kaçma girişiminde buluyorum çaktırmadan. :P

Wataru'nun karakter gelişimi biraz hızlıydı, tabi bir film için bu normal karşılanabilir. Çünkü bu anime bir film olmamalıydı, en az 24 bölümlük bir tv serisi olmalıydı, bu yol macerasında Wataru ve Sophia, çeşit çeşit insanla karşılaşıp, bu geniş potansiyele sahip konuyu iyice yaymalıydılar, aklıma direk Casshern Sins geldi bunu izlerken, eminim bir tv serisi olarak yapmış olsalardı A Wind Named Amnesia'yı, çizim, müzik gibi şeyleri umursamaksızın çok daha hoş bir adaptasyon izlemiş olurduk. Yine de bana Casshern Sins'i anımsattığı için onu tekrar izlemek gibi bir niyetim var. Benzer şekilde Cowboy Bebop, Trigun ve Gun x Sword da aklıma gelen yapımlar, konu olarak olmasa da hikaye gidişatı açısından benzer bulduğum animeler.

Sophia ve uzaylı durumu beni şaşırtmadı, aslında daha farklı bir açıklama beklerdim, olayı uzaylılara bağlamak biraz kolaya kaçmak gibi birşey aslında, tabi animenin çıktığı yıllarda uzaylı meselesi klişe sıfatını kazanmamış olabilir, emin değilim.

Gardiyan isimli güzel robot, sen neden yer alıyorsun ki bu animede? Senin sahnelerin epey gereksizdi be kardeş! Vallahi bak, sen en iyisi kendine başka bir animede rol bulsaydın. Bir mecha fanı olarak kasıntı performansını beğenmediğimi söylemek zorundayım. Bir de nedir bu her sahnede ben de görüneyim derdin? Wataru'nun dediği gibi, insanlar tarafından yaratıldın, yine insanlar tarafından sahneden indirildin. Hak ettin ama!

Filmin başından sonuna kadar Sophia'nın çıplak ayakla dolaşması detayı dahil 7.5/10 veriyorum filme helalinden.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

51H509YV16L._SL500.jpg

Yayın Tarihi : 22-12-1990

Bölüm Sayısı : Film

Yönetmen : Kazuo Yamazaki

Giriş:

“İnsanı insan yapan düşünebilmesi değil, hatırlayabilmesidir” dedirten, tam olarak hakettiği değeri görememiş bir başyapıt…

Dünyanın sonu temalı senaryoları bugüne dek en az binlerce kez gördüğünüze eminim. Farklı olan çok azını gösterebilirdiniz. İşte A Wind Named Amnesia da bunlarından farklı olanlarından birisi… A Wind Named Amnesia , özellikle vurgulamak istiyorum bunu , değerine geç farkına varabildiğim için ciddi şekilde üzüldüğüm özgün yapımlardan biri… Tam bir giriş yapabilmek için yorumdan önce Spoiler vermeden biraz senaryodan bahsetmem gerekecek.Ama değinmeden geçemeyeceğim bir konu daha var ki o da eski denebilecek bir tarihe ait bu yapımın 2003′ün -bence- en iyi filmi olan 28 Days Later‘e olan ambians benzerliği (konu veya konunun ilerde aldığı nokta değil , yanlış anlamayın), aradaki neredeyse 15 yıla varan zaman farkını ve 1990 yılının imkanlarını önümüze koyduğumuzda ister istemez yapıma olan bakışımızı yoğunlaştırmak zorunda hissediyorsunuz.

Tanıtım:

Olaylar sıradan bir günde yaşanan ve dünyayı sonsuza dek değiştirebilecek birdizi sıradışı olaylar zinciri ile ilgili… Olaylar günün birinde ansızın bir rüzgar esişi ile tüm insan ırkının bilincinin silinmesi ile ilgili. Sıradan bir rüzgar gibi… Ama rüzgarla aynı anda yayılan bir tür mikro dalga sinyali rüzgarın esişinden sadece birkaç saniye sonra insanlığın milyonlarca yıldır sahip olduğu tüm bilinçsel birikim , hiç hatırlanmamış ve asla hatırlanmayacak kayıp bir rüya şeklinde silinip gitmiştir.Unutuşun rüzgarı belki bir dalı bile kırmamıştır ama insanlara olan etkisi tek kelimeyle yıkıcı olmuştur.Seyir halindeki uçaklar düşer , hareket halindeki tüm araçlar kaza yapar , daha az önce en ufak bir gelecek korkusu taşımayan insanlar 3 yaşındaki bir çocuktan daha ilkel ve hafızasız hale gelir : Dünya artık hiç olmadığı (ve olamayacağı) denli kötü görünmektedir.Ama en kötüsü daha başlamamıştır.

Birkaç gün sonra olayın yıkıcı etkisi daha da belirgin olmuştur (Hoş , gerçi bunu algılayabilecek pek kimse de yoktur ya!) , bilinçsiz insan sürüleri bir lokma ekmek için birbirini parçalarken aç sırtlanlardan farksız hale gelmiştir.Elektrik yok , telefon yok , su yok , benzin yok… Her yer alevler içinde yanmakta. Gece sokakları ise bilinçsiz ölümün serseri mayın gibi kol gezdiği bir yer artık.Kötü mü? Hayır , hala en kötüsü değil.

Amerikan hükümetinin olası bir topyekün kitle imha saldırısı sırasında yada pilotları öldüğünde harekete geçmek üzere programladığı ve casus uydularla desteklenen otomatik savaş Mecha’lardan biri yollarda kol gezmekte, karşılarına çıkan herkese ve herşeye ateş açmakta. Dahası bu basit bir robot da değildir , parçalandıklarında kendi kendilerini buldukları uygun parçalarla tamir edebilmekte ve ölümcül bir takip içgüdüsüne eşdeğer bir programlamaya sahipler. Ve dahası, artık programı durduracak bir yer yada kişi kalmamış durumda. En kötüsü mü? Hayır , hala değil…

Kitlesel hafıza silinmesi olayından bir haftadan kısa süre sonra, California’da bilinçsiz halde hergün başka mekanda sabahlayıp vandalca ev yağmalayarak hayatta kalmayı başarabilmiş esas oğlanınız (yani Wataru) birgün yine bilinçsiz halde dolaşırken bilmeden California’daki gizli bir üsse girer (Galiba “Edwards Stratejik Hava Komutanlığı” üssü) ve üssün etrafında dolaşan “prototip” bir canavarın saldırısına uğrayıp ESP güçlerine sahip “bilinçli” bir genç tarafından kurtarılır.Adı Johhny’dir ve gizli deneysel projeler kapsamında zihinsel güçleri özel olarak geliştirilmiş bir kobaydır : Johhny anomali sırasında tedavi altında olduğu sırada çıkan unutuş rüzgarından normaldışı bir zihinsel yapıya sahip olduğu için etkilenmemiştir.Unutuş rüzgarıyla bilinçsizleşen personelin artık olmadığı üste tek başına yaşamaktadır ve üsteki zihinsel işlem frekansını değiştiren cihazları kullanarak Wataru’nun zihinsel düzeyini ve bilincini kademeli olarak arttırmayı başarır.Wataru’nın bilinçsel arayış yolculuğu için Johhny ile karşılaşması onun ilk adımları olmuştur.

Johhny adeta insanlığın sahip olduğu tek bilinç sahibi insan olarak gördüğü Wataru’yu bilinçlendirip eğitmeye başlar : Konuşmayı ve kendini anlamlandırmayı…Sonra tabiatı , yıldızların yerini , silah kullanmayı ve daha birçok şeyi daha… Johhny’nin Wataru’yu eğitirken gösterdiği özen , sürüsünün hayatta kalan tek üyesi olan bir kurdun tek yavrusunu yetiştirmesinden farksız bir “bilinç kardeşliği” düzeyine doğru giderek yaklaşmaktadır.Sonra… Geçirdiği bir dizi ağır beyin ameliyatlarından ve anomali sırasında üzerinde çalışılan tıbbi müdahele tamamlanmadığından olsa gerek , Johhny’nin günlerinin sayılı olduğunu öğrenir Wataru.

O’nun da gidişinden sonra artık iyiden iyiye bu çılgın dünyada tek bilinçli insan olarak kaldığını hissetmektedir ama içindeki bir umut parçası hala başka bilinçliler olabileceğini söyler.Artık masumiyetini yitirmiş topraklarda yola çıkar , tek amacı hala insanlığını kaybetmemiş , hala “hatırlayabilen” başka insanlara rastlayabilmektir.

Onları bulacaktır da… Ama nasıl?

İnceleme:

Buraya kadar anlattıklarım , yaklaşık 80 dakikalık hikayenin ilk 15-20 dakikasına yakın bir kısmı… Haliyle artık prologu geçip yoruma başlayabiliriz.A Wind Named Amnesia , tek kelimeyle anlatmak gerekirse çarpıcı bir yapım.Gerçeği adeta en soğuk tarafından alıp kaburganıza çarpıyor.Fantezi bir zamanda (1999 Amerika’sı) geçiyor olmasına karşın kurgu çok etkileyici… Yapımın 1986-1990 jenerasyonuna ait OAV yada Movie’lerde de -ve nadir kimi başka yapımlarda olduğu gibi- sert ve acımasız gözlem özelliğini saymazsak bu eserin en göze batan niteliği kuşkusuz farklı birçok türün özelliklerini aynı anda barındırması olsa gerek : Dram , bilimkurgu , post apokaliptik , distopya , gerilim ve hatta Mecha ; neredeyse her türden birşeyler bulmak olası…

Ama herşeyden ötesi bu yapımın uygarlık yada bilinçsel varlık üzerine sunduğu tezler olsa gerek diye düşünüyorum.A Wind Named Amnesia’da (yada buna benzer sert yapımlarda) sokaklarda vandalca birbirini boğazlayan bilinçsiz insanları görünce ister istemez tırsıyorsunuz , ama tüm bu şeylerin nedeninin kitlesel bir “cinnet” değil de kitlesel bir “hafıza kaybı” olduğunu öğrenince kendinize şunu sormadan da edemiyorsunuz : Ya gazetelerin hergün gördüğümüz 3. sayfa haberleri? Yoksa acaba biz de mi tıpkı tüm dünya insanlarıyla birlikte kitlesel düzeyde ve yavaş yavaş bilinçsizleşiyoruz diye? Yada 28 Days Later’de de dendiği gibi : “Ya bir avuç kalmış biz son bilinçli insanlar da bu cinnet salgınına kapılırsak? Belki , ya son bilinçli insanların da kaybedilmesi ‘insanlığın öze dönüşünün’ tamamlanmasıysa?”

Gerçi “A Wind Named Amnesia” ile ilgili internette zaten kıt olan kaynaklarda bu yönde birşeye rastlamadım ama biosferden soyutlanmış , prototip şehir Eternal City’de yaşanan olaylar bana eski/ucuz bilimkurgu kültlerinden “A Boy & His Dog” ve de Jean Luc Godard’ın ölümsüz filmlerinden “Alphaville” ‘yi anımsattı.Alıntı demek istemiyorum ama filmin -sanırım 50′ci dakikasından itibaren- ortaya çıkan bu yeni tema (Aldous Huxley’in Brave New World’ünde betimlediğine benzer , sahte bir “kusursuz mutluluk” dünyası ve bu mutluluk dünyasında tuzağa düşmüş insanlar…) bu filmlerdeki temalardan yararlanılarak çok iyi bir dizi yoruma sahip şekilde kurgulanmış.Doğrusu son derece başarılı bir sinematografi çalışması denebilir.

Herşeyi hazırlanmış şekilde kıyamet sonrası dünyaya tekrar yaşamı verecek, dünyadan bile yalıtılmış şehir Eternal City sadece 2 kişiyi kullanarak tüm işlevlerini yerine getirmesi etkileyici.Buna karşın asıl şaşırtıcı olanı, Eternal City’deki bilgisayarın “kullandığı” insanların kendisinden ayrılmasını önlemek için beyin dalgalarıyla oynayarak onlara sürekli birkaç farklı kişilik ve hafızaya ait şablonlar yüklemesi oluyor: Ki bu da onların Sonsuz Şehir’i asla uzaklaşmamaları gereken bir görevin parçası olduğuna inandırıyor, ve haberleri bile olmadan bu programı yerine getiriyorlar. Averaj 120 yıllık ömür sunan bu şehir onları kuklaları haline getirmiş durumda ve Wataru'nun gelişi ile görmekteyiz ki ana bilgisayarın yeni kuklalara ihtiyacı vardır. Wataru’nun bu teklife verdiği cevap ise mükemmel geleceği yaratmak için hazırlanan şehrin teorik olarak iflas ettiği yer olur. Dışarıdan gelen etkileşim kuklaların bilinçaltını uyandırır ve bu da onların kişiliği için gerçek bir çöküştür.

Film, MADHOUSE imzalı. Kendileri Boogiepop Phantom’dan Perfect Blue’ya dek birçok önemli işin arkasındaki stüdyodurlar. Filme kaynaklık eden kitabın yazarı Hideyuki Kikuchi, Darkside Blues ve Vampire Hunter D Anime'lerinin yanında henüz Anime'ye adapte edilmemiş ilginç Manga'lara kaynaklık etmiş farklı bir yazar. Aynı zamanda senaryoya da katkıda bulunan yönetmen Kazuo Yamazaki’yi -bence- gerçek birer klasik olan Argento Soma, Maison Ikkaku, Infinite no Ryvius ve Kidou Senshi Gundam gibi projelerden tanımanız mümkün. Senaryodaki bir başka isim, Yoshiaki Kawajiri ise Ninja Scroll, X, Vampire Hunter D Bloodlust, Metropolis, Memories, Cockpit gibi projelerden tanıyabileceğiniz önemli bir isim. Filmin sonlarına dek her sahnesine 1990′ların başlarında dek uzanan post apokaliptik B filmlerinin orjinal anlarını hatırlatan zihin açıcı anlatımlar ve buluşlar serpiştirilmiş. Zaten Kawajiri kendisini 80lerin bu jenerasyonunun büyük ustası John Carpenter’in bir hayranı olarak nitelemekte…

the_cell_stephen_king_cd_unabridged_audiobook.jpg

Bu Anime'yi izleyişimin üzerinden yaklaşık 5 yıl sonra elime geçen bir kitap : The Cell olaylarla büyük benzerlikler taşıyor. Stephen King’in bu kitabı dünyanın her yerindeki açık cep telefonlarının aynı anda yolladığı bir frekans ve bu frekansın insanların beyinlerindeki hafızaya dair kısmı formatlayarak tamamen ilkel içgüdüler haricinde hiçbirşey olmaksızın etrafa dağıtması sonrasında oluşan kıyamet atmosferini yansıtıyordu (A Wind Named Amnesia’dan farklı olarak Stephen King, filmin başında bunun kontrolden çıkmış bir tür “terör” saldırısı olabileceği bir iddiaları karakterlerin aklından geçirtse de yine Anime ile benzer şekilde;sonuç kısmında insanların hafızalarını geri kazanıp kazanamayacakları da belirsiz bırakılmış) Yine de Stephen King nispeten bu Anime’yi hiç izlememiş bile olabilir, zira kitabın ortalarından itibaren kitap bir başka eski Stephen King kitabı The Stand’ın tarzına -kısmen- kayma yapıyor.

Çoğu Anime’de kontrolsüz şekilde kullanıldığı için göze batan imkansız durumlar veya şiddet sahneleri (ve hatta filmi tek başına bile yetişkin kategorisine kaydıran nudity kullanımı) bu Anime’nin akışı içinde pek de göze batmamakta. (Zira göze batan şekilde kullanımlarını oldukça farklı isimler altında, fazla sayıda görmüşümdür , kişisel yorumumu açıkça söyleyebilirim ki film bu tip şeylerin dozunu daha da arttırmaya ihtiyap duyacak bir şablondan değil) Fakat filmin 3/2’si geride kaldığında ilginç şekilde mistisizme kayması ki o ana dek zihnimizde biriken soruların yanıtlarını bulmamıza engel oluyor. Öte yandan film bu noktaya gelene dek bu kez teolojik antitez metni haline gelmiş oluyor. Sophia ve Wataru Eternal City'e varmadan önce bir vahşinin hasbelkader kullanaran hafızasız insanlara bir Tanrı gibi hükmettiği bir yere geçer ve bir genç kızı kurban edilmekten kurtarmayı en azından denerler. Sonuçta bir ilah ölürken elinde dumanlı boru tüten bir başka adam kabilenin yeni ilahı olur. Benzer şekilde insanlığı varlığının başlangıcından beri kontrol etmiş uygarlığın temsilcisi -belki de kendisi- olan Sophia Wataru ile sonucunu belki de en iyi kendisinin bildiği konu hakkında iddiaya girer. Belki de bu Tanrı'nın iblis ile girdiği bir iddianın alegorisinden başka birşey değildir, tıpkı Wataru'nun durumunun cennetten kovulmuş insanı sembolize etmesinde yada Wataru ile Sophia'nın birleşiminin Eski Ahit'i tersine sembolize ediyor olmasında olduğu gibi.

Yapılabileceğim tek negatif eleştiri, sonun izleyiciye somut bir son vermeden tamamlanıyor olması ki yıllar önceki ilk izleyişimde bunu bir eksi olarak görmüştüm. Öte yandan yıllar yıllar sonraki ikinci izleyişimde bunun en azından zielyicinin görmek istediğini görmesi adına konmuş bir serbest çağrışım yolu olduğunu düşünmeye başladığımı farkettim. Zaman kimi serilere ve yapımlara bakışı böyle değiştirebiliyor işte. Wataru'nun yolculuğu daha ne kadar devam edecek, insan ırkı nasıl ve ne şekilde devam edecek, yada biz insan türü olarak aslında böylesi bir sonu haketmiş miydik, bunlar filmin sonundan sonra genel olarak tartışmaya açılabilecek mevzular tabii ki ama öznel monologlarla yazıyı daha fazla uzatmayı yersiz buldum.

Sonuç:

Umarım başka izleyenler de vardır. Aslında A Wind Named Amnesia’nın sadece bu birkaç paragraftan da öte derin anlamlar olduğu da söylenebilir.Belki de bu yazıda çok azı yakanabilmiştir, ben bile tam ifade edemiyorum. A Wind Amnesia bakış açısına göre, ister bir yol hikayesi ister insanlığın geleceğine dair post apokaliptik bir bakış olarak algılansın , ister geniş perspektifli ve cesur bir teoloji ve insanlığın kısa tarihi üzerine bir alegori olarak değerlendirilsin, hatta bakış açısına göre tribüne oynayan başırız bir deneme olarak küçümsensin ; yine de her Animesever tarafından izlenmesi şart 10 yapım arasında yeraldığını düşünüyorum.Belki biraz heyecanlı bir yazı , biraz da sübjektif bir sonuç bu 5 yıl önce izlediğim bu filme dair hissettiklerim ama yine de bu yapımı izledikten sonra ne kadar yazsam da çok az şey hissettiklerimi yansıtabiliyor.

not: İşyerinden geç saatlerde geldiğim için daha da geniş bir yazı sunmak isterdim ama mecburen bundan 7-8 yıl önce yazdığım bir yazıyı 1-2 ekleme ile c/p etme yoluna gittim. Umarım yararlı olur.

Ha şunu da yazmak istedim, arkadaşların genel kanısı "sonunu uzaylılara bağlamayaydılar, iyiymiş" şeklinde ama ben buna hiçbir şekilde katılmadığımı belirtmek istedim.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Bazı yapımlar(anime,manga,film vb.) vardır,daha izlemeden afişine veya konusuna bakarak kendimde önemli bir yer edineceğine,benim için sayılı eserlerin arasına gireceğini düşünürüm.Amnesia da bunlardan biriydi.İlk gördüğüm anda bende bir şeyler uyandırmıştı ve o güne kadar Amnesia'yı keşfetmediğim her vaktin acısını yaşamamı sağlamıştı.Bu yüzden Amnesia'nın bendeki yeri ayrıdır.Benim, dementia,amnesia(ilgisi var heralde, eh.) vb. kavramlara ilgi duymamın başlangıcıdır.

Film boyunca,var olduğu ilk dönemden bu yana tek farkı düşünmesi ve anıları olan insanın,sahip olduğu en önemli şeyi kaybetmesiyle insanlığını,medeniyetin kayboluşu ve hayvanlardan farksız bir doğa kanunu oyununu görüyoruz.Wataru'nun aynaya baktığı ilk anda bir maymunun kendine aynada bakması misali, kendisinin dönüştüğü bu şeyden iğrenmesi ve ona insanlığın ilk tohumlarını verecek Johnny ile karşılaşması onu umutsuz bir yolculuğa sürükler.Bu yolculuğunda Sophia ona eşlik eder.

Medeniyetler var olur,gelişir,yok olur.İnsanlar yakar,kurban eder,yozlaşır.Her ne kadar insanların anıları yok olsada bir şekilde bunlar kendi içinde gelişir.Sanki bir döngü gibi bunlar hep devam eder.İnsana unutmak fayda etmez,yeniden yakar,yıkar,keser.İnsanoğlunun var olduğu dönemden beri bu vardır.Wataru ve Sophia bunlara tanıklık eder.

Amnesia kesinlikle ve kesinlikle göründüğünden daha derin bir yapım.Hak ettiği değeri görememesi üzücü.Film boyunca hissedilenleri yazıyla aktarmak mümkün değil.Üzerinde satırlar boyunca tartışılması gereken bir film.

Tekrar izlemek istediysemde,izleyemediğim için aklımdan kalanlarla bir şeyler yazmaya çalıştım.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Heh Hedon da izlediğine göre ben de artik yazayim. :P

Ben abilerim gibi uzun uzun yazmayacağim elbet, zira okuyunca animedyum'un olaylari açiklayişi ve olaylardan çikarimlari benim yazacaklarima eş değer olmuş. Filme başladiğimda beni asil şaşirtan şeyi açikliyorum: Ben Sophia'yi erkek, Wataru'yu kadin saniyordum :011: Yani, afişe baktiğimda beyaz saçliyi erkek, siyah saçliyi da kadin sanmiştim. Böyle bir bi-shounen havali uzun saçli erkeğimiz ve erkeksi askeri hatunumuz diye neler neler hayal etmiştim bi kere o konuda büyük bir kapak yedim :011:

Filmde etkilendiğim bir diğer nokta da Sophia'nin insanlarin hafizasini verme konusunda verdiği "versek de olur vermesek de olur" tarzi cevapti. Bu cümle zaten film boyunca insanlarin Amnesia sonrasi halini özetleyici nitelikteydi.

Akilda kalici diğer ayrintilar; Wataru'nun hatunu götürmesi, Sophia'nin cibildak ayaklari, makineye ve güçlüye tapan insanlar, gelin hatun ve Guardian. Ah be Guardian o kadar film boyunca sen sürüne sürüne kendini tamir edene kadar uğraş uğraş, öleceğini bile bile taa nereden nereye bi herifin peşinde koş. Mutlu oldun mu şimdi ;_;

Benden de bir 7,5 çikar.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Forum Kuralları'mızı okudunuz mı?