Jump to content
  • Kayıt Ol

Princess Tutu


Susano'o

Önerilen İletiler

KÜNYE:

Anime'nin Adı: Princess Tutu プリンセスチュチュ

Diğer Adları: Prenses Tutu

Tür: Komedi, Shoujo, Romantizm, Büyü, Fantastik

Bölüm Sayısı: 38 (DVD için 26)

Firma/Stüdyo: Hal Film Maker, ADV Films

Yönetmen: Sayama Kiyoko, Sato Junichi

Animasyon: Ito Ikuko, Inagaki Takayuki, Chiba Yuriko

Müzik: Wada Kaoru

Açılış&Kapanış Müzikleri: Okazaki Ritsuko

Özgün Eser: Ito Ikuko

KONU:

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde...

Pireler berber iken,

Develer tellal iken,

Ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken...

Bir adam ölmüş. Adamın mesleği masal yazmak ve anlatmakmış ama ölümden kaçamamış. Adamın son masalı kötü kalpli kurnaz kargayı yenen yakışıklı ve cesur bir prens hakkındaymış. Fakat, artık sonsuza dek bu mücadele sona eremeyecekmiş.

"Bu hiç de hoşuma gitmedi!" diye bağırmış karga.

"Bu hiç de hoşuma gitmedi!" diye bağırmış prens.

Karga masalın içinden kaçmış ve prens de onu kovalamaya başlamış. Ve sonunda prens, kendi kalbini çıkarmış, yasak bir gücü kullanarak kargayı mühürlemiş.

İşte o zaman... Ölmüş olması gereken adam "İşte böyle daha güzel oldu..." diye fısıldamış.

Masalımız işte böyle başlıyor. Konumuz kalbini kaybetmiş prens ve kötü karga arasında geçiyor. Prenses Tutu aslında prense aşık olmuş bir ördektir. Ama masaldaki yazar onu insana dönüştürür. Prenses Tutu, prense yardım etmek için kalbinin parçalarını arayıp bulup iade etmeye çalışır.

KİŞİSEL GÖRÜŞÜM:

Eğer masal dünyasının içine girmek, bir yandan klasik müziğin ustalarından pek çok eseri dinlemek ve zaman zaman da "Acaba ne olacak?!" diye gerilmek istiyorsanız, bu anime sizlere göre. Eski masalları çok sevdiğim ve bir klasik müzik hayranı olduğum için ben bu seriye aşık olanlardanım.

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

  • 3 hafta sonra...
  • İleti 1
  • Oluşturma
  • Son yanıt

En Çok Yazanlar

  • Susano'o

    1

  • Kisiliksiz

    1

En Hareketli Günler

En Çok Yazanlar

İlk başlarda klasik, sihirli güçleri olan kızların olduğu, şu dünyayı kurtaran şeker elbiseli veletlerin kol gezdiği bir yapım gibime gelmişti.

Rüyalarında, okulun yakışıklı ama bir o kadarda garip oğlanlarından birini Prens kendini ise bir ördek olarak gören Ahiru'nun tek dileği hiç güldüğünü görmediği "Prensinin" gülmesini sağlamaktır. Ve bir gün, olmadık bir anda "Prensin" başı derde girer iken onu bulunduğu durumdan kurtarıp, gülümsemesini sağlaması fırsatı verilir. Bu fırsatı veren garip gücün anlattığına göre, prensin kalbi parçalara ayrılıp dağılmıştır ve Ahiru'nun görevi Prenses Tutu olup, kayıp parçaları ona geri vermektir.

Bir üstteki satırlarda hikaye böyle başlıyor ama inanın asla temcit plavı gibi bir olay ve karakter gelişimi yok. Biraz beklenmedik ve iyi bağlanmış bir sona sahip.

Neyse, ben en güldüğüm kısım olan Kedi-sensei'ye geleyim, hep aynı espriyi yapıp kırıldığım bir yan karakter. Ayrıca sevgili Ahiru'nun biricik dostlarını da unutmamak gerek aralarındaki kimi geyikler yüzümü tebessümle doldurdu.

Princess Tutu hakkında önceden yazdığım biraz kaçıkça bir yazı, hafif spolier içerir:

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…

Huzurlu küçük göledinde yaşayan bir ördekçik varmış. Bir gün, genç bir delikanlı salına salına bizim küçük ördekçiğin gölünün kenarına gelmiş. Ördekçiğimiz merak etmiş bu adamı ve tam da ona doğru yüzerken; adam ayaklarını çaprazlaştırmış, ellerini göğsüne getirmiş ve… Bale yapmaya başlamış. Ördekçik orada dona kalmış ve hayran hayran adamı seyretmeye dalmış… Dalmış ama aklı bir ayrıntıya takılmış: adamın gözlerinden keder okunurmuş…

Eh… Hepimiz bir şekilde masallar ile az çok haşır neşir olmuşuzdur. Bahtsız prensesler… Kötü cadılar… Akıllı mı akıllı, yiğitlikleri ile devlere, ordulara meydan okuyan kahramanlar.

Masallar hep dert ve keder ile başlayıp çoğunluğu mutlu sonla biten hadiselerdir. Tabi kimisi de acı ile cebelleşen ve masal bitse dahi başı dertten kurtulamayan kahramanlara da rastlanır.

Ama sonu ne olursa olsun masalların belli başlı kuralları olduğu, onlara biraz aşina olunca hemen su yüzüne çıkar. Elde bir kahraman gerekir öncelikle; masalımız boyunca tehlikeden tehlikeye atılarak ulaşmaya çalıştığı bir amacı vardır. Bu birincisi… İkincisi ise: kahramanın amacına ulaşması asla ve asla kolay olmamalıdır ki zaten birinci kuraldaki ‘tehlikeden tehlikeye atılma’ durumunun öyle basit badireler olmadığını belli eder… Üçüncü olarak ise dinleyiciyi tatmin eden bir son gereklidir: kahramanımızın amaca ulaştığı noktada ya mutlu olmalı ya da mutluluğun bir parçasını yüreğinde hissederek hüzünlü bir veda ile trajik sonuna ulaşmalıdır.

Tabi burada iş biraz da masalın yaratıcısına kalmıştır. Nede olsa biz sevgili dinleyicilerin ya da okuyucuların, hikâyesinin içine dalıp, maceranın kahramanıyla bir olmamızı sağlamak: masalın karakterlerini ve o karakterlerin hikâyelerini; çok sevgili masalcımızın uçsuz bucaksız olan –olması gereken- yaratıcılığına ve yarattığı bu elemanların, bizi hikâyenin içine çekecek şekilde nakış gibi işleyip ayrıntılandırma becerisine bağlıdır.

Bu yaratım ve ayrıntılandırma işlemi ise tek bir amaç için özenle şekillendirilmelidir: ‘Meraklandırma.’

Masalın kahramanları, onların hikâyeleri, devamlı başlarına gelen talihsizlikler; masalın dinleyicileri olarak bizlerin merakını cezp edecek şekilde sahneye konulmuş bir kukla tiyatrosudur. Merakla, olacakları bekleyen gözlerimiz sahnedeki kuklaların hareketlerine esir olmuşken; esir olunan gözlerle takip edilen kuklalar da, uzuvlarındaki iplerle koşulsuz olarak masalcımızın elinde esirdirler.

Ama bu yazdıklarımı sadece masal ile sınırlandırmamak gerekir. Destanlar, ağıtlar, hatta sinema, edebiyat, tiyatro, televizyon. Hepside hikâyeleri ile izleyenini, okuyanını, işitenini kendilerine çekmeye çalışacak şekilde işlenir ve sayabildiğim elementler de buna göre vücut bulur. Ve bu durumda ortaya çıkan sonuç: insanlık tarihi boyunca hep aynı iskelette vücut bulan farklı tonda masalların süregeldiğidir. Kahramanları, mekânları ve olayları ister gerçek ister fantezi dünyasından olsun hep bu yapı ile öyküler anlatıla gelmiştir ve anlatımın vücut bulan tekniği (Kitaplarda, kelimeler; tiyatroda, ses, jest ve mimikler… vs) değişiklik gösterse de her sanat yapıtında buna benzer bir yol çizilmiştir. Bu basit temel, ne derece iyi işlenirse o kadar başarılı olan değişmez bir kuraldır.

Evet, bunca uzun bir girizgâh yazmam, belki sizin için bir nebze yorucu olmuş olabilir. Ama ‘Prenses Tutu’nun belki de en önemli yanı bu vazgeçilmez merak unsurunu canlı tutmaya odaklı anlatı yapısının çerçevesinde öncelikle kendi masalının kahramanlarını ve amaçlarını “masalcımız” aracılığıyla deşifre edip, deşifre ettiği yapı itibari ile basit bir masaldan; Tanrıcılık oyunu oynayan “masalcının” çizdiği kaderden kurtulmaya çalışan kahramanlarıyla kendini ‘merakla’ izlettiren bir yapımdır. Kahramanlar, çatlakça bir zihin tarafından ele geçirilmiş dünyalarında, masalcımızın her bölüm sonunda “masal seven çocuklar toplanın bakalım” lafıyla hitap ettiği bizlerin, merak duygusunu kamçılamak için en baştan kendi masallarının –kaderlerinin- sonu kendilerine bildirilen ve bizde ‘masal seven çocuklar’ olarak kaderlerini bilen ama masala da devam etmek zorunda olan kahramanlarıyla neler olacağını gene “merakla” bekleriz.

Tabi uzun uzun bahsettiğim bu yapı tamamen; sevdiği delikanlının, büyülü bir şekilde dağılmış duygularını, masalcı tarafından, ona tekrar geri verebilme fırsatı, belki de emri ile büyülü bir balerine dönüşen Ahiru’nun… Yanlış olmasın: “masalcının” hikâyesidir.

Sevdiği delikanlı aslen, masalcının başka bir masalında yer alan kahraman prenstir ve Ahiru’nun görevi kalp parçacığını bulunca Prenses Tutu’ya dönüşüp, parçanın sahibi olan prense teslim etmektir. Kalp parçacıkları kimi zaman ait olduğu duyguya göre saklandığı kalbin sahibini etkilemektedir. Yer yer karşımıza tek bir duygunun kölesi olup kendine zarar veren insanları izleriz. Tutu karşılarına çıkar… ‘nazikçe’ dans etmeyi teklif eder ve o anki duygusunun esaretinden kurtarır.

Tabi burada belirtmemek olmaz. Dans olayı, bale figürleri ile gerçekleştirilir ve bir iki anda gerçekten opera havasından anlar yakalanır. Lakin bu estetiği kare kare olarak fazla hareket içermeyen sahneler ile yapması aynı zamanda yapım içerisinde gayet derin bir şekilde vurgulanan opera-bale olgusunun kısıtlı bir görsellikle sunulmasına sebebiyet verir.

Kişinin tek bir duygu ile hareket etmesi aslında masal kahramanlarının ortak özelliğidir: kötüler ve iyiler hep belli başlı duygulara kapılıp birbirinin tezatlığını yaparak rollerini oynarlar. Lakin bir masalın içinde olduklarının bilincinde olan kahramanların bulunduğu masalımızda, tek bir duyguya saplı kalınmaması gerektiği vurgulanır. Prensimiz duygularını kazandıkça daha canlı ve etrafını daha çok sorgulamaya başlar. Bununla paralel olarak hikâyenin diğer karakterleri de tek bir hisle hareket etmelerinin kaderlerini değiştirmek için çokta yardımcı olmadığını kavrayacaklardır. Ne zaman tek bir duyguya çakılı kalsalar bir masalda olması gerektiği gibi olay, biz ‘meraklı’ seyirci için merak uyandıracak hikâye sapmalarına doğru kayar ve hem masalcımız hem de bizler ilgiyle olacakları izleriz. Ve çözüm de hep tek taraflı duyguyu yenerek gelir. Masalcımız için bu ilk başlarda sorun değildir, lakin kahramanlar onun isteği doğrultusunda hareket etmeyince –ki kahraman maceraya devam etmezse masalda ilerlemez ve biz sevgili ‘masal dinlemeyi seven çocuklar’ için de sıkıcı bir durum olur- ufak tefek müdahaleleri aracılığı vasıtasıyla onları masala devam ettirmeye çalışır. Zaten masalcımız da, görkemli ve trajik masallar yazmayı hedeflediğinden o da bir bakıma belli duyguların esiri olarak hareket eden bencil bir varlıktır ve yeri geldikçe, ölümünden sonra dahi, gerçek dünyada hayat bulan masalının istediği şekilde sonlanabilmesi adına, kahramanlarımıza kendi arzuladıkları gibi hareket etmelerini engellemeye çalışır. Bu noktada ‘masalcı’ ve onun masalı ‘kader’; masalın içindeki karakterlerde bu kadere bir şekilde mahkûm edilmiş insanlardır.

Prenses Tutu’nun dünyası trajik ve çarpıcı sonlar isteyen bir çatlağın oyun alanına dönmüştür ve dünya o nasıl istiyorsa da öyle kalacaktır. Ama sonu itibariyle, masalcımızın kendi masalı içerisinde, bir trajedi unsuru olarak kaderi çizilmiş başka bir kahraman, masalcımızın elindeki kaderi yönetme gücünü alır ve masal dinlemeyi seven biz sevgili çocukların merakını cezp etmek için yapboz alanına döndürüp çatlakça bir zihinle şekillendirilen dünyayı (Hayvan şeklindeki insanlar, geçmişten gelen hayaletler, kötücül varlıklar… ), kendi elleriyle tekrar biçimlendirir.

Masalımızın içerisinde bunu birkaç açılımı vardır: Kaderi kendi eline almak… Ve bir bakıma buna bağlı olarak, dünyayı değiştirmenin elimizde olduğunu temsili olarak iletmektir. Evet, sonun da masal başka bir masalcının ellerinden devam etmeye koyulur. Lakin bu masalcının bir farkı vardır; tek bir duygunun esiri olmaktan kurtulmuştur ve bunu devamlı etkileşimde bulunduğu, Tutu ve diğerleri sayesinde başarmıştır. Kaderi diğerlerinin kaderleri ile etkileşime girerek değişmiştir. Birinin “umudu” bir diğerine ilham verir; birinin dostluğu bir diğerine “sevmeyi” öğretir. Masalımızın kahramanları bir diğerinin kılavuzluğunda hapsoldukları rollerinin üstesinden gelmeyi başarır.

Ve böylece, bu yazıda buracıkta biter…

Yorum bağlantısı
Hemen paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Forum Kuralları'mızı okudunuz mı?